Bostancı Boşanma Avukatı ve Aile Hukuku Alanında Uzmanlık
Bostancı boşanma avukatı, İstanbul’un Kadıköy ilçesine bağlı Bostancı semtinde aile hukuku alanında uzmanlaşmış, boşanma davaları ve ilişkili hukuki süreçlerde profesyonel destek sağlayan avukatı ifade eder. Boşanma süreci, hukuki açıdan karmaşık ve duygusal yönden yıpratıcı bir süreç olduğu için, özellikle Marmara Bölgesi gibi büyük şehirlerde deneyimli bir boşanma avukatının rehberliği son derece önemlidir. Bu makalede Bostancı ve çevresinde boşanma davalarının nasıl yürüdüğünü,
Türk Medeni Kanunu’na göre boşanma sebeplerini, boşanma davası süreçlerini, velayet ve nafaka gibi kritik konuları ele alacağız. Ayrıca İstanbul’da bir boşanma davasının açılması, yetkili mahkeme ve yargılama usulleri üzerinde durarak, akademik düzeyde ayrıntılı bir bakış sunacağız. Amaç, boşanma sürecindeki kişilerin ihtiyaç duyduğu tüm bilgileri resmi ve kapsamlı bir üslupla sağlamaktır.
İstanbul Marmara Bölgesinde Boşanma Davaları ve Yetkili Mahkemeler
maltepe boşanma avukatı
İstanbul, Türkiye’nin en kalabalık şehri olarak boşanma davalarının da yoğun görüldüğü bir metropoldür. Özellikle Marmara Bölgesi genelinde boşanma oranları son yıllarda artış eğilimindedir. TÜİK verilerine göre, Türkiye genelinde boşanan çiftlerin sayısı 2023 yılında 173.342 iken 2024 yılında 187.343’e yükselmiştir . Bu artış, büyük şehirlerde aile yapılarına ilişkin dinamiklerin değiştiğini ve boşanma hukukunun öneminin arttığını göstermektedir.
Boşanma davaları Türkiye’de Aile Mahkemeleri’nin görev alanına girer. İstanbul gibi büyük şehirlerde her ilçede ayrı aile mahkemesi bulunmamakla birlikte, Anadolu Yakası’nda Bostancı semtinin de dâhil olduğu bölgede boşanma davalarına İstanbul Anadolu Adliyesi bünyesindeki Aile Mahkemeleri bakmaktadır. Kadıköy, Maltepe, Ataşehir gibi ilçeleri kapsayan İstanbul Anadolu Adalet Sarayı’nda birçok aile mahkemesi dairesi bulunmaktadır.
Nitekim 4787 sayılı Aile Mahkemelerinin Kuruluşu Hakkında Kanun uyarınca nüfus ve dava yoğunluğu yüksek olan yerlerde aile mahkemeleri kurulmuş; aile mahkemesi bulunmayan il veya ilçelerde ise bu görev, Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından aile mahkemesi sıfatıyla yerine getirilmektedir . Dolayısıyla Bostancı’da ikamet eden bir kişi boşanma davasını doğrudan Bostancı’da bir mahkemeye değil, bölgeden sorumlu İstanbul (Anadolu) Aile Mahkemesi’ne sunacaktır.
Boşanma davasında yetkili mahkeme, Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) öngördüğü özel yetki kuralına tabidir. TMK m.168 hükmüne göre “Boşanma veya ayrılık davalarında yetkili mahkeme, eşlerden birinin yerleşim yeri veya davadan önce son defa altı aydan beri birlikte oturdukları yer mahkemesidir.” . Bu düzenleme uyarınca, eşler Bostancı’da son altı aydır birlikte ikamet etmişlerse Bostancı’nın bağlı bulunduğu aile mahkemesi (İstanbul Anadolu Adliyesi aile mahkemeleri) yetkili olacaktır.
Eğer eşlerden biri Bostancı’da diğeri başka bir şehirde ikamet ediyorsa, davacı eş dilerse kendi yerleşim yerindeki (örneğin Bostancı’daki) mahkemede, dilerse karşı tarafın yerleşim yerindeki mahkemede davayı açabilir. Bu özel yetki kuralı, boşanma davalarının aile hayatının mahremiyeti ve tarafların kolaylığı açısından kendilerine en uygun yer mahkemesinde görülmesini sağlamayı amaçlamaktadır.
Görev bakımından ise, görevli mahkeme Aile Mahkemesi, eğer bulunmuyorsa Asliye Hukuk Mahkemesi’dir. Bu, kanundan kaynaklanan emredici bir görev kuralıdır . İstanbul Anadolu Yakası’nda aile mahkemeleri kurulu olduğundan, Bostancı’daki boşanma davaları doğrudan bu ihtisas mahkemelerinde açılacaktır.
Davanın Türkiye’nin hangi mahkemesinde açıldığı hususu, usul açısından önem taşır; zira yetki itirazı usulüne uygun yapılmazsa, dava dosyası yanlış yerde açılmış olsa bile mahkeme tarafından görülmeye devam edilebilir. Ancak davalı taraf, cevap dilekçesinde yetki itirazında bulunur ve haklı görülürse, dosya yetkili mahkemeye gönderilir.
Özetle, Bostancı boşanma avukatı, davayı doğru yerde açmak ve müvekkilinin ikametgâh durumuna göre en uygun yetkili mahkemeyi belirlemek konusunda uzmandır. Bu süreçte yapılacak bir hata (örneğin yetkisiz mahkemede dava açmak) davanın uzamasına yol açabilir. Bu nedenle uzman bir boşanma avukatının rehberliği, davanın usulüne uygun başlaması açısından kritik önemdedir.
Boşanma Hukukunun Temel İlkeleri ve Medeni Kanun’da Boşanma Sebepleri
maltepe boşanma avukatı
Türk Medeni Kanunu, boşanma kurumunu ayrıntılı şekilde düzenlemiş ve hangi sebeplerle boşanma davası açılabileceğini kanun maddeleri halinde belirtmiştir (TMK m.161-166). Boşanma sebepleri, genel olarak özel boşanma sebepleri (belirli olaylara dayalı, kusura dayalı sebepler) ve genel boşanma sebebi (evlilik birliğinin sarsılması, halk arasında “şiddetli geçimsizlik” denilen sebep) şeklinde iki ana kategoriye ayrılır. Özel sebepler kanunda tek tek sayılmış olup ispatlandıklarında boşanmaya karar verilmesi için yeterli görülmüştür (mutlak sebepler). Genel sebep ise daha geniş bir kavrama dayanır ve takdiri bir nitelik taşır (nisbi sebep). Aşağıda öncelikle kanunda sayılan özel boşanma sebepleri ele alınacak, ardından genel sebebe değinilecektir.
Özel Boşanma Sebepleri (Kusura Dayalı ve Mutlak Sebepler)
Türk Medeni Kanunu, beş adet özel boşanma sebebi öngörmüştür: zina, hayata kast ve pek fena muamele veya onur kırıcı davranış, küçük düşürücü suç işleme ve haysiyetsiz hayat sürme (kanunda ikisi aynı madde kapsamındadır), terk, ve akıl hastalığı. Bu sebeplerin her biri, kanunda ayrı maddelerde düzenlenmiş olup gerçekleşmeleri belirli şartlara bağlanmıştır. Özel sebepler kusura dayalı sebeplerdir, yani bu sebeplerin varlığı genellikle davalı eşin kusurlu davranışına dayanır. Aşağıda her bir sebep için kanuni düzenleme ve uygulamaya değinilmektedir.
Zina (Aldatma)
Zina, Türk Medeni Kanunu m.161’de düzenlenmiştir. Kanun metnine göre “Eşlerden biri, diğerini aldattığında (zina ettiğinde), diğer eş boşanma davası açabilir.” Zina, kanunda kusura dayalı, mutlak ve özel bir boşanma sebebi olarak tanımlanmıştır . Kusura dayalıdır çünkü zina fiilini gerçekleştiren eş, evlilik birliğine aykırı ağır bir kusur işlemiş sayılır. Mutlak bir sebeptir; gerçekleştiği ispatlandığında evlilik birliğinin temelinden sarsılmış olup olmadığı ayrıca araştırılmaz, zina tek başına boşanma kararı için yeterlidir. Yargıtay uygulaması da zina olayının evlilik bağını ağır biçimde zedelediğini ve evlilik birliğinin sarsılmasını kanunen farz ettirdiğini kabul etmektedir.
Zina sebebiyle boşanma davası açabilmek için bazı hak düşürücü süreler öngörülmüştür. TMK m.161 hükmü gereğince aldatma fiilini öğrenen eş, bu olayı öğrendiği tarihten itibaren 6 ay içinde dava açmak zorundadır; aksi halde bu sebebe dayanma hakkı düşer . Ayrıca zinanın üzerinden her hâlde fiilin gerçekleşmesinden itibaren 5 yıl geçmekle dava hakkı zaman aşımına uğrar . Bu süreler hak düşürücü süre niteliğinde olup, sürenin kaçırılması durumunda mahkeme tarafından resen dikkate alınır.
Örneğin bir eş, eşinin kendisini aldattığını öğrendikten 1 yıl sonra dava açarsa, davalı taraf bu süre aşımı itirazında bulunmasa bile hakim davayı süre nedeniyle reddedecektir. Kanun, ayrıca “Affeden tarafın dava hakkı yoktur” demektedir (TMK m.161/III) . Yani aldatan eşi affeden veya zinasını öğrendikten sonra evliliğe devam etmeyi kabul eden taraf, daha sonra bu olayı gerekçe göstererek boşanma talep edemez. Affetme, açık bir şekilde olabileceği gibi, eşlerin zina olayından sonra yeniden bir araya gelip evlilik birliğini sürdürmeleri şeklinde zımnen de gerçekleşebilir.
Zina olgusu ispat açısından da aile mahkemelerinde en tartışmalı konulardan biridir. Genellikle zina fiili doğrudan gözlemlenebilir bir durum olmadığından, dolaylı deliller (otel kayıtları, üçüncü kişilerle yazışmalar, fotoğraflar vb.) ile ispatı yoluna gidilir. Yargıtay içtihatları, kuvvetli emareler ve hayatın olağan akışına uygun delillerle zinanın ispat edilebileceğini, kesin delil (örneğin suçüstü yakalama) şart olmadığını kabul etmektedir.
Örneğin, eşin başkasıyla uzun süreli bir telefon ve mesaj trafiğinin bulunması, otel kayıtları, komşuların gayriresmî birlikteliğe dair tanıklıkları gibi olgular hakimin kanaati için yeterli görülebilir. Bostancı boşanma avukatı, zina iddiasıyla boşanma davası açacak müvekkilleri adına bu tür delillerin toplanmasında ve sunulmasında tecrübeye sahiptir. Bu tür iddialar, kişilik haklarını da ilgilendirdiği için, ispat ederken hukuka aykırı yollara başvurmamak (örneğin özel hayatın gizliliğini ihlal edecek şekilde delil elde etmemek) önemlidir. Aksi halde, zina ispatlansa bile hukuka aykırı delil sorunu nedeniyle yargılamada sıkıntı yaşanabilir.
Hayata Kast, Pek Kötü veya Onur Kırıcı Muamele
TMK m.162, eşe karşı hayata kast, yani öldürmeye teşebbüs; pek fena muamele (ciddi fiziksel şiddet, eziyet) veya ağır derecede onur kırıcı davranış hallerini tek madde içinde özel bir boşanma sebebi olarak düzenlemiştir. Kanun metni şöyledir: “Eşlerden her biri, diğeri tarafından hayatına kastedilmesi veya kendisine pek kötü davranılması ya da ağır derecede onur kırıcı davranışta bulunulması sebebiyle boşanma davası açabilir.” . Bu hüküm üç ayrı durumu kapsamaktadır:
- Hayata kast: Eşlerden birinin diğerini öldürmeye teşebbüs etmesi demektir. Örneğin eşini öldürmek amacıyla bıçakla saldıran, ancak ölüm gerçekleşmese de bu fiili işleyen eşe karşı hayata kast nedeniyle boşanma davası açılabilir. Bu fiil aynı zamanda ceza kanununa göre de ağır bir suçtur. Boşanma hukuku yönünden, böyle bir eylemin varlığı evlilik birliğini kesinlikle temelinden sarsılmış kabul ettirir.
- Pek fena muamele: Eşe işkence seviyesinde kötü davranış, sürekli ve ciddi fiziksel şiddet uygulama gibi durumlar bu kapsamdadır. Burada “pek kötü” ifadesi, sıradan tartışma veya basit fiziksel itiş kakıştan öte, eşin vücut bütünlüğüne ve sağlığına ağır zarar veren, insan onuruyla bağdaşmayan kötü muameleleri ifade eder. Örneğin, eşini ağır şekilde dövmek, aç ve susuz bırakmak, eve kilitlemek gibi fiiller pek fena muamele sayılabilir.
- Ağır derecede onur kırıcı davranış: Bu ise fiziksel şiddet içermeyen ancak eşin haysiyetine, toplum içindeki saygınlığına ağır saldırı teşkil eden söz veya davranışları kapsar. Sürekli ağır hakaretler, eşin aile bireylerine ağır hakaret veya iftiralar, toplum önünde küçük düşürücü eylemler bu kategoriye girer. Örneğin eşine karşı sürekli küfürlü ve aşağılayıcı konuşmak, onu herkesin içinde rencide etmek, iffet ve namusuna dil uzatmak gibi davranışlar, onur kırıcı muamele kapsamında değerlendirilir.
Bu üç durum da kanunda tek bir maddede belirtildiği için hepsi aynı hukuki sonuçlara tabidir. Zina gibi, hayata kast ve ağır kötü muamele halleri de kusura dayalı ve mutlak boşanma sebepleridir. Yani bu fiiller ispatlandığında hakim ayrıca evlilik birliğinin çekilmez hale gelip gelmediğini tartışmaz, doğrudan boşanmaya hükmedebilir. Ayrıca davacı eşin, davalının bu fiilleri nedeniyle boşanmak istemekte haklı olup olmadığı değerlendirilirken, kural olarak bu fiilleri gerçekleştiren eş bütünüyle kusurlu kabul edilir.
Bu sebeple de zinada olduğu gibi hak düşürücü süreler ve affetme yasağı uygulanır. TMK m.162/II hükmüne göre, hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı muameleyi öğrenen ya da bu fiili bizzat yaşayan eş, 6 ay içinde dava açmalıdır, her halde fiilin üzerinden 5 yıl geçerse dava hakkı düşer . Yine kanun “affeden tarafın dava hakkı yoktur” diyerek, eşini affeden veya bu davranışları tolere ederek evliliğe devam eden kişinin sonradan aynı sebeple dava açamayacağını belirtmiştir .
Uygulamada bu tür davranışlar çoğu zaman ceza davalarına da konu olabilmektedir (örneğin hayata kast fiili varsa ceza davası da açılır). Boşanma davası bakımından, bir ceza mahkemesi mahkûmiyet kararı güçlü bir delil teşkil eder; ancak ceza davası olmasa bile, tanık ifadeleri, doktor raporları, yazılı belgeler gibi delillerle de aile mahkemesi önünde bu fiiller ispatlanabilir. Bostancı boşanma avukatı, böyle ağır vakalarda müvekkilinin hem ceza hukukundan hem de medeni hukuktan doğan haklarını korumak için paralel bir strateji izler:
Eşe karşı şiddet varsa uzaklaştırma kararı alınması (6284 sayılı Kanun kapsamında), ceza davası takibi ve eş zamanlı boşanma davasının yürütülmesi gibi adımlar atılır. Boşanma davasında şiddet ve kötü muamele kanıtları sunulurken mahkemeler genellikle sosyal inceleme raporları, hastane kayıtları ve polis tutanaklarından da yararlanır. Bu tip iddialar, aile hukukunun kamusal yönünü de ilgilendirir; zira devlet, ailenin korunması kapsamında eşe şiddet olaylarını ciddiyetle ele almaktadır.
Küçük Düşürücü Suç İşleme ve Haysiyetsiz Hayat Sürme
TMK m.163, iki farklı durumu tek bir boşanma sebebi başlığı altında düzenler: Eşlerden birinin küçük düşürücü bir suç işlemesi veya haysiyetsiz bir hayat sürmesi. Kanuna göre bu durumlar, diğer eş için birlikte yaşamayı çekilmez hale getirmişse boşanma sebebi sayılır. Dikkat edilirse, bu madde metninde “çekilmez hale getirme” şartı vardır; dolayısıyla bu sebepler nisbi boşanma sebepleri olarak kabul edilir. Ancak her iki hal de esasen eşin kusurlu davranışlarından kaynaklandığı için kusura dayalı özel sebeplerdir.
“Küçük düşürücü suç”, toplumsal ahlâk ve itibar bakımından aileyi ve diğer eşi toplum nezdinde utandıracak mahiyetteki ağır suçlardır. Örneğin yüz kızartıcı suçlar olarak da bilinen hırsızlık, dolandırıcılık, rüşvet, zina (ceza hukuku anlamında suç olmasa da ahlaki anlamda) gibi suçlar bu kapsama girebilir. Eşin herhangi bir suç işlemesi tek başına boşanma sebebi değildir; kanun özellikle “küçük düşürücü” bir suçtan bahsetmektedir . Örneğin eşlerden biri kasten adam yaralama suçundan hüküm giymişse, bu suç toplumda onun eşini doğrudan utandırıcı bir durum olarak görülmeyebilir. Ancak örneğin dolandırıcılık yapıp hapis cezası alan bir eş, diğer eşi toplum içinde zor durumda bırakabilir, aile itibarını sarsabilir. Bu durumda diğer eş bakımından evlilik birliğini sürdürmek çekilmez hale gelebilir.
“Haysiyetsiz hayat sürme” ise evli birinin toplumun genel ahlâk kurallarına aykırı, sürekli şekilde utanç verici bir yaşam tarzı benimsemesidir. Örneğin sürekli genelev veya kumarhane gibi ortamlarda yaşamak, devamlı surette uyuşturucu madde kullanmak ve tedavi olmamak, onursuz bir yaşam sürdürmek bu kapsama girer. Yargıtay’ın geçmiş kararlarında, örnek olarak evli bir kadının sürekli fuhuş yapması veya evli bir erkeğin sürekli kötü alışkanlıklarla aileyi ihmal edip gayrimeşru ilişkiler içinde yaşaması haysiyetsiz hayat sürme sayılmıştır. Burada önemli olan, bu davranışların süreklilik arz etmesi ve eşin karakteri haline gelmesidir. Tek seferlik bir yanlış değil, genel bir yaşam biçimi söz konusudur.
TMK m.163 kapsamında boşanma kararı verilebilmesi için bu davranış veya suç nedeniyle birlikte yaşamın çekilmez hale gelmiş olması aranır . Yani, davacı eş bakımından, sırf diğer eşin bir suç işlemiş olması veya ahlaksızca yaşaması yeterli değildir; bunun onun ailesine, onuruna etkisi olmalı ve evlilikten beklenen yararlar fiilen yok olmalıdır.
Bu yönüyle zina veya hayata kast gibi mutlak sebeplerden ayrılır; hakim somut olayı değerlendirir. Örneğin eşlerden biri küçük bir mali suça karışıp ceza almış olabilir ama cezasını tamamladıktan sonra ailesine dönmüş ve pişman olmuştur; bu durumda diğer eş için yaşam çekilmez hale gelmediyse boşanma kararı verilmeyebilir. Ancak genellikle bu tip davranışlar evlilik birliğini ağır zedelediğinden, pratikte eşlerin birlikteliği sürmemekte ve dava açıldığında boşanmaya hükmedilmektedir.
Bu sebebe dayalı davalarda kanun hak düşürücü bir süre öngörmemiştir . Yani zina ve hayata kast gibi altı ay – beş yıl süre şartları burada yoktur; davacı eş, uygun gördüğü herhangi bir zamanda davayı açabilir. Bunun nedeni, küçük düşürücü suç veya haysiyetsiz hayat halinin süreklilik gösterebilmesi ve her defasında yeni olaylarla ortaya çıkabilmesidir. Ancak elbette, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde çok uzun süre bekleyip de dava açmak, yargılamada olumsuz değerlendirilebilir; yine de yasal bir kesin süre engeli yoktur.
Affetme konusuna gelince, kanunda bu madde için açıkça “affeden tarafın dava hakkı yoktur” denmemiştir. Ancak eşin bu tür davranışları uzun süre tolere edip evliliğe devam etmesi, örtülü bir affetme olarak yorumlanabilir. Yargı kararlarında, örneğin eşinin işlediği suçu bilerek ona destek olmaya devam eden, haysiyetsiz yaşamını bilip de onay veren eşlerin sonra boşanma davası açmaları halinde, dürüstlük kuralı çerçevesinde değerlendirme yapılmaktadır.
Terk
Terk, Türk Medeni Kanunu m.164’te ayrıntılı olarak düzenlenmiş bir boşanma sebebidir. Kanuna göre “Eşlerden biri, evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerini yerine getirmemek maksadıyla diğerini terk ederse veya haklı bir sebep olmaksızın ortak konuta dönmezse, terk tarihinden itibaren en az altı ay geçmesi ve bu durumun devam etmesi hâlinde, terk edilen eş boşanma davası açabilir” (özetlenmiştir). Terk, özel ve mutlak bir boşanma sebebidir; aynı zamanda kusura dayalıdır çünkü terk eden eş, aile birliğinin gereklerini ihlâl ederek kusurlu davranmaktadır .
Terk nedeniyle boşanma davası açılabilmesi için kanunda bir prosedür şartı da bulunmaktadır: İhtar mekanizması. Eşini terk eden veya evden haklı neden olmadan uzak kalan eşe, terk tarihinden itibaren en az dört ay geçtikten sonra diğer eş veya onun avukatı kanalıyla mahkeme aracılığıyla bir ihtar gönderilmelidir . Bu ihtarda, terk eden eşe iki ay içinde eve dönmesi gerektiği, aksi takdirde boşanma davası açılacağı bildirilir. İhtarın usulüne uygun şekilde tebliğ edilmesi gerekir; adresi bilinmeyen eş için ilanen tebligat yoluna gidilebilir.
İhtarın çekilebilmesi için terk olayının üzerinden en az 4 ay geçmiş olmalıdır, ayrıca ihtardan sonra da en az 2 ay beklenmelidir . Böylece toplamda en az 6 ay fiili ayrı yaşama süresi dolmadan dava açılamaz. Kanun, bu süreleri terkin ciddiyetini ve evlilik birliğinin onarılma imkanını gözlemek için getirmiştir.
Şartlar tamamlandığında, yani terk eden eş ihtar rağmen dönmemiş ve terk üzerinden en az altı ay geçmişse, terk edilen eş boşanma davasını açabilir. Bu noktada dava açma süresi bakımından hak düşürücü bir üst sınır yoktur; terk durumu devam ettiği sürece dava açılabilir. Ancak terk eden eş geri dönerse veya eşler barışırsa, terk sebebine dayalı boşanma imkânı ortadan kalkar (en baştan yeni bir terk olayı gerekir).
Terk olgusu uygulamada özellikle eşin evi terk etmesi şeklinde karşımıza çıkar. Örneğin koca evini bırakıp hiçbir geçerli neden olmadan ailesinin yanına gider ve aylarca dönmezse, geride kalan eş (karısı) terk nedeniyle boşanma davası açabilir. Bunun yanında, bazen terk fiili farklı şekillerde de oluşabilir: Eş, evde olsa bile eşini evin kapısından içeri almamak, onu konuttan uzaklaştırmak da hukuken terk sayılabilir (terk edenin aslında terk edilen eş olması durumu). Yargıtay, haklı sebep kavramını da önemsemektedir; örneğin eşin şiddetinden kaçmak için evi terk eden kişi hukuken “terk eden” değil, haklı nedenle ayrı yaşayan eştir. Böyle durumlarda terk sebebi oluşmaz; tam aksine şiddet uygulayan eş kusurlu duruma düşer.
Bostancı gibi şehir hayatının yoğun olduğu bir bölgede, eşlerin evi terk etmesi veya eşini konuta almama gibi problemler de yaşanabilmektedir. Bostancı boşanma avukatı, terk sebebine dayanacaksa mutlaka kanundaki ihtar prosedürünü titizlikle uygular. Çünkü ihtar çekilmesi, terk nedeniyle boşanmanın ön şartıdır; usulsüz bir ihtar davanın reddine yol açabilir. Örneğin, ihtar ihtarı alan eşe 2 aydan az süre tanırsa veya ihtar, dördüncü ay dolmadan gönderilirse hukuken geçersizdir . Bu nedenle hukuki danışmanlık alarak süreci yönetmek önem taşır.
Terk nedeniyle açılan boşanma davasında, davacı eş terkin gerçekleştiğini ve ihtar tebliğine rağmen davalının dönmediğini ispatlamakla yükümlüdür. Genelde noterden gönderilen ihtarname, tebligat mazbataları ve nüfus kayıtları (eşlerin ayrı yaşadığını gösterebilir) delil olarak kullanılır. Davalı eş, haklı bir sebebe dayanarak evden ayrıldığını ispat etmeye çalışabilir; örneğin aile içi şiddet nedeniyle evi terk ettiğini öne sürerse ve bunu kanıtlarsa, bu durumda hakim terk sebebiyle boşanmaya hükmetmeyebilir (çünkü terk eden eş haklıdır). Görüldüğü üzere, terk hukuki olarak oldukça teknik bir boşanma sebebidir ve doğru strateji izlemezseniz davanız reddedilebilir. Bu nedenle uzman avukat desteği almak, özellikle ihtar sürecinin usulüne uygun yürütülmesi bakımından yarar sağlar.
Akıl Hastalığı
Türk Medeni Kanunu m.165’e göre eşlerden birinin akıl hastası olması ve bu yüzden ortak hayatın diğer eş için çekilmez hale gelmesi de bir boşanma sebebidir . Ancak kanun, akıl hastalığı sebebine dayanarak boşanma kararı verilebilmesi için resmî sağlık kurulu raporuyla hastalığın geçmesine imkân bulunmadığının tespit edilmesini şart koşmaktadır . Yani, akıl hastası olan eşin durumu tedavi edilemez ve sürekli nitelikte değilse, boşanma kararı verilemez; zira hukuk, mümkünse evliliğin devamını ve hastanın iyileşerek aile birliğine dönebilmesini tercih eder. Bu nedenle akıl hastalığı sebebine dayalı boşanma davalarında Adli Tıp Kurumu veya tam teşekküllü devlet hastanelerinin psikiyatri kurul raporları alınır.
Akıl hastalığı, diğer incelediğimiz sebeplerden farklı olarak, kusura dayalı bir sebep değildir. Hastalık bir iradi kusur olmadığı için, burada esas olan evlilik birliğinin sürdürülemez hale gelip gelmediğidir. Şartlar gerçekleşirse hakim boşanmaya karar verir, ancak maddi-manevi tazminat veya kusur değerlendirmesinde akıl hastası eş kusurlu kabul edilmez (daha çok talihsiz bir durum olarak görülür). Manevi olarak ağır bir tablo olduğu için, uygulamada hakimler akıl hastalığı sebebiyle boşanmaya genellikle ihtiyatla yaklaşır; mümkünse eşleri ayrılığa veya alternatif çözümlere yönlendirmeye çalışır, ancak kanun maddesi böyle bir imkân tanıdığı için şartları oluşan davalarda boşanma kararı da vermektedir.
Bu davalarda “ortak hayatın diğer eş için çekilmez hale gelmesi” ibaresi önemlidir. Örneğin eşlerden biri şizofreni veya ağır bipolar bozukluk gibi sürekli tedavi gerektiren ve aile yaşamını olağanüstü zorlaştıran bir hastalığa yakalanmışsa, diğer eş yıllarca bu durumla mücadele etmek zorunda kalabilir. Eğer hastalık düzelemeyecek nitelikte ise (mesela sürekli ileri evrede demans), diğer eşin ömür boyu bu yükü taşıması beklenmeyebilir. Kanun bu noktada, diğer eşe boşanma hakkı tanımıştır. Ancak raporla “hastalığın geçme ihtimali yoktur” tespiti şarttır; aksi halde hastalık ataklarla seyreden veya tedaviyle iyileşebilecek bir durumsa, boşanma yerine ayrı yaşama gibi çözümler öngörülebilir.
Akıl hastalığı sebebiyle boşanma davalarında hak düşürücü süre yoktur. Hastalık devam ettiği sürece ve iyileşmez raporu bulundukça, ne zaman dava açılacağı tarafın takdirindedir. Affetme veya benzeri kavramlar da burada uygulanmaz; zira ortada affedilecek bir kusur fiili değil, süreklilik gösteren bir sağlık sorunu vardır.
Bostancı boşanma avukatı, böyle hassas durumlarda öncelikle müvekkilini insani ve hukuki olarak doğru şekilde yönlendirecektir. Akıl hastası eşin vesayet altına alınması gerekebileceği gibi (eğer dava sırasında kendisini temsil edemeyecek durumdaysa, mahkeme vasi tayini yoluna gidebilir), boşanma sonrası bakım yükümlülükleri konusunda da danışmanlık yapılır. Türk Medeni Kanunu, boşanma durumunda bile, eğer ağır hasta eş kendini idame ettiremiyorsa, diğer eşin (kusursuz ise) bakım nafakası ödemeye devam etmesi gibi durumları tartışmaya açık bırakabilir. Dolayısıyla bu tür davalar yalnızca bir ayrılık kararı olmayıp, tarafların sonrasındaki yaşamını da etkileyen yönlere sahiptir.
Genel Boşanma Sebebi: Evlilik Birliğinin Temelinden Sarsılması (Şiddetli Geçimsizlik)
Yukarıda sayılan özel sebepler dışında, Türk Medeni Kanunu m.166’da düzenlenen ve en sık karşılaşılan boşanma sebebi evlilik birliğinin sarsılması halidir. Kanun, m.166/1’de bu durumu “Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenemeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa…” şeklinde tanımlamıştır . Halk dilinde “şiddetli geçimsizlik” olarak bilinen bu sebep, çok geniş bir çerçeveyi kapsar. Eşlerin anlaşamaması, sürekli tartışmalar, fikir ayrılıkları, sevgisizlik, ilgisizlik, ailevi sorunlar, ekonomik geçimsizlik, bağımlılıklar, sadakatsizlik şüphesi gibi sayısız olgu bu kategoriye girebilir. Burada önemli olan, yaşanan olaylar veya süreç sonucu evlilikten beklenen huzur ve ortak yaşam amacının ortadan kalkması, taraflar için evliliğin çekilmez hale gelmesidir.
Evlilik birliğinin sarsılması sebebi, nisbi (göreceli) ve takdiri bir sebeptir. Yani var olup olmadığının takdiri hakime bırakılmıştır. Hakim, davacı eşin ileri sürdüğü olayların gerçekten ortak hayatı çekilmez kılıp kılmadığını somut olaya göre değerlendirecektir. Bu nedenle her somut olayda farklı sonuçlar doğabilir; bazı aileler için tolere edilebilen bir husus, bazı aileler için ciddi geçimsizlik sebebi sayılabilir.
TMK m.166, bu genel sebebe dayalı boşanma davalarında iki önemli noktaya vurgu yapar:
- Kusur durumu ve itiraz hakkı (m.166/2): Eğer davalı eş, davacının iddia ettiği olaylarda daha az kusurlu veya kusursuz olduğunu ve davacının kendisinin daha ağır kusurlu olduğunu ispat ederse, davanın reddini talep etme hakkına sahiptir . Buna doktrinde “kusur itirazı” denir. Örneğin koca, karısına göre evlilikte daha kusurlu ise (belki sadakatsizlik yaptı veya ilgisizdi), kadın sırf bu sebeple boşanmak istediğinde erkek “benden daha fazla kusurlusun” diyerek boşanmayı engelleyebilir. Ancak kanun, bu itiraz hakkının dürüstlük kuralına aykırı biçimde kullanılmasını da önlemek istemiştir. TMK m.166/2 devamında “Bununla beraber, bu itiraz hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa, boşanmaya karar verilir.” diyerek bir istisna getirmiştir . Yani davalı sırf inat uğruna veya karşı tarafı cezalandırmak için boşanmayı reddediyorsa ve evliliğin sürmesinde aslında makul bir yarar kalmamışsa, hakim boşanmaya hükmedebilir. Örneğin fiilen 5 yıldır ayrı yaşayan ve aralarında hiçbir duygusal veya fiili bağ kalmayan eşlerden biri, sadece diğerini cezalandırmak için kusur itirazı yaparsa, bu hakkın kötüye kullanımı olarak değerlendirilip boşanmaya karar verilebilir . Yargıtay da bu hususta, evliliğin sırf kağıt üstünde kalmasının kimseye bir faydası yoksa ve itiraz sübjektif kötü niyete dayanıyorsa, boşanma kararı verilmesi yönünde içtihatlar geliştirmiştir.
- Fiili ayrılık halinde 3 yıl kuralı (m.166/4): Kanun, genel sebebe dayalı açılan boşanma davaları reddedilir ve karar kesinleştikten sonra eşler üç yıl boyunca bir araya gelemezlerse, bu sürenin sonunda evlilik birliğinin temelinden sarsılmış sayılacağı ve eşlerden birinin başvurusu üzerine boşanmaya karar verileceği hükmünü içermekteydi . Bu kural, kamuoyunda “üç yıl bekleme şartı” olarak biliniyordu. Amaç, ilk davada boşanma çıkmasa bile, uzun süre ayrı kalan eşlerin evliliğini zorla sürdürmemekti. Ancak 19.04.2024 tarihinde Anayasa Mahkemesi bu düzenlemeyi iptal etmiştir . Yüksek Mahkeme, TMK 166/4 hükmünün bireylerin makul olmayan süre evli kalmaya zorlanmasına yol açtığı ve özel hayata saygı hakkını ihlal ettiği gerekçesiyle Anayasa’ya aykırı bulmuş ve iptaline karar vermiştir . Bu iptal kararı, Resmî Gazete’de yayımlandığı tarihten dokuz ay sonra yürürlüğe girecek şekilde hüküm altına alındığından, 2025 itibarıyla Türk boşanma hukukunda “üç yıl ayrı kalma halinde kendiliğinden boşanma” kuralı kaldırılmış olacaktır. Artık eşler uzun süre ayrı kalsalar dahi, tekrar bir boşanma davası açıp genel şartları ispat etmek durumundadır; otomatik bir boşanma mekanizması kalmamıştır. Bu önemli güncel gelişme, aile hukukunun temel prensiplerinden olan “evliliğin devamını olanaklı kılma” yaklaşımının da bir sonucudur. Anayasa Mahkemesi’nin iptal gerekçesinde, üç yıllık sürenin adil olmadığı, kişileri makul olmayan süreler evli kalmaya zorladığı vurgulanmıştır .
Genel boşanma sebebine dayanarak açılan davalarda hakim, çoğunlukla çiftlerin evlilik içinde yaşadığı sorunları, tanık beyanlarını, sosyal ve ekonomik durum araştırmalarını kapsamlı biçimde değerlendirir. Zira bu davalarda belirli bir “olay” değil, bir süreç ve geçimsizlik hali söz konusudur. Boşanma avukatları bu tür davalarda, müvekkillerinin evliliğe dair tüm önemli olaylarını kronolojik ve tematik olarak sunar; örneğin kavga ve anlaşmazlıklar, ekonomik sıkıntılar, sadakatsizlik iddiaları, ailelerin müdahaleleri, bağımlılık sorunları vb.
Tüm bu unsurların bir araya gelerek evliliği çekilmez kıldığı gösterilmeye çalışılır. Hakim, gerekirse psikolog veya sosyal hizmet uzmanı yardımıyla (4787 sayılı Kanun gereği aile mahkemelerinde uzmanlar bulunabilir) aile yapısını inceleyebilir.
Genel sebebe dayalı boşanma davalarında da herhangi bir hak düşürücü süre yoktur; evlilik devam ettiği sürece ve geçimsizlik iddiası var olduğu müddetçe dava açılabilir. Davanın ne kadar süredir geçimsizlik yaşandığı gibi unsurlarına hakim değer verir ancak yasal bir zaman aşımı kuralı yoktur.
Türk hukuk sisteminde boşanma davalarının çok büyük bir kısmı evlilik birliğinin sarsılması gerekçesine dayanmaktadır. Zira özel sebepler nispeten sınırlı sayıdaki ağır durumları kapsarken, günlük hayattaki uyuşmazlıkların çoğu bu genel başlık altında değerlendirilir.
Bostancı boşanma avukatı, böyle davalarda geniş bir perspektifle müvekkilinin evliliğini analiz ederek, hangi olay ve olguların mahkemeye sunulacağını belirler. Örneğin, “Eşimle sürekli tartışıyoruz” demek yerine, tartışmaların somut sebeplerini ve etkilerini ortaya koymak, tanıklarla desteklemek gerekir. Boşanma avukatları bu süreçte hukuki stratejiyi belirlerken, kusur durumunu da göz önünde bulundurur. Müvekkilinin mümkün olduğunca az kusurlu görünmesi için gerekli argümanları ve delilleri hazırlar; zira kusur durumu tazminat, nafaka gibi sonuçlara da doğrudan etki edecektir.
Sonuç itibarıyla, evlilik birliğinin temelinden sarsılması sebebi geniş bir şemsiye kavramdır ve kanun koyucu bu esnek yapıyı, aile kurumunu tamamen yıkmadan sorunlu evlilikleri sonlandırabilmek amacıyla tercih etmiştir. Hakimin takdir yetkisi bu davalarda en üst düzeydedir; bu nedenle aynı gerekçelerle açılan iki boşanma davasından biri kabul, diğeri ret ile sonuçlanabilir, tamamen olayların ispatına ve hakim kanaatine bağlıdır. Bu belirsizlik ortamında, deneyimli bir boşanma avukatının önemi daha da ortaya çıkar; çünkü avukat, mahkemeyi ikna edebilmek için gerekli noktaları vurgulayacak, gereksiz ayrıntılardan kaçınacak ve müvekkilinin haklarını koruyacak şekilde süreci yönetecektir.
Anlaşmalı Boşanma ve Çekişmeli Boşanma Kavramları
Boşanma davaları usul açısından ikiye ayrılır: Anlaşmalı boşanma davaları ve çekişmeli boşanma davaları. Yukarıda genel ve özel sebepler çerçevesinde hangi maddelere dayanılabileceğini inceledik. Bu sebepler, davanın çekişmeli olduğu durumlar içindir. Oysa, eşler evlilik birliğinin sona ermesi konusunda mutabakata varmışlarsa, kanun onlara daha hızlı ve basit bir yol olarak anlaşmalı boşanma imkânını sunar (TMK m.166/3).
Anlaşmalı boşanma, evlilik en az 1 yıl sürmüş olmak kaydıyla, eşlerin birlikte mahkemeye başvurarak veya açılmış bir davayı diğerinin kabul etmesi yoluyla boşanmalarına olanak tanır. Kanun, bu halde “evlilik birliğinin temelinden sarsılmış sayılacağı” hükmünü getirerek, özel bir ispat yükü aramamaktadır . Yani eşlerin boşanmak üzere anlaştıklarını beyan etmeleri yeterlidir; hakim ayrıca kusur, olay vs. araştırması yapmaz. Ancak anlaşmalı boşanma protokolü denilen bir husus önem kazanır: Eşlerin, boşanmanın ferî sonuçları (yan sonuçları) üzerinde de anlaşmış olmaları şarttır.
Bu sonuçlar; velayet (varsa çocukların durumu), nafaka (yoksulluk nafakası, iştirak nafakası gibi), maddi-manevi tazminat ve mal paylaşımı gibi konulardır. Uygulamada taraflar bir anlaşmalı boşanma protokolü düzenleyerek, çocukların kimde kalacağı, diğer ebeveynle kişisel ilişki (görüşme) düzeni, nafaka miktarları, tazminat ödenip ödenmeyeceği, mal varlığı bölüşümü gibi konularda mutabakata varırlar. Hakim duruşmada her iki eşin de bu protokolü kendi iradeleriyle kabul ettiğinden emin olur ve onların beyanlarını alır. Eğer hakim, protokolü uygun bulur ve tarafların iradesinin serbestçe oluştuğunu görürse, tek celsede (çoğunlukla ilk duruşmada) boşanma kararı verir.
Anlaşmalı boşanma, çekişmeli davaya göre çok daha kısa sürede sonuçlanır ve taraflar arasındaki itilaf noktaları önceden çözüldüğü için yargılama esnasında huzursuzluk yaşanmaz. Bu nedenle, evliliklerini sonlandırma konusunda anlaşabilen çiftlere genellikle çekişmeli sürece girmek yerine anlaşmalı boşanma yolu tavsiye edilir. Bilal Alyar Hukuk Bürosu da aile hukukunda, boşanma sürecinin her iki taraf ve çocuklar açısından en az zararla atlatılması için öncelikle dostane çözüm yollarını değerlendirmektedir . Deneyimli bir boşanma avukatı, tarafların menfaatlerini koruyacak şekilde kapsamlı bir protokol hazırlayarak hak kayıplarını önlemeye çalışır ve müvekkilini duruşmaya hazırlar.
Yakın zamanda, Türkiye’de anlaşmalı boşanma konusunda önemli bir reform adımı gündeme gelmiştir. Adalet Bakanlığı, 2025 yılı Aile Yılı kapsamında hazırlıkları süren yasal düzenlemelerle, anlaşmalı boşanmada aranan en az 1 yıl evli kalma şartını kaldırmayı planladığını duyurmuştur . Bakan Yılmaz Tunç’un açıklamasına göre, mevcut uygulamada eşlerin anlaşmalı boşanabilmesi için evliliğin bir yıl sürmesi gereği mağduriyetlere yol açabilmekte, bu nedenle yeni düzenleme ile bu bekleme süresi kaldırılarak çiftlerin evlilik çok kısa sürmüş olsa dahi anlaşmalı şekilde yollarını ayırabilmelerinin önü açılacaktır . Bu reform hayata geçtiğinde, örneğin 6 aylık evli bir çift dahi, karşılıklı anlaşma protokolü ile mahkemeye başvurup tek celsede boşanabilecektir. Bu değişiklik, özellikle evliliğin başında uyumsuzluk yaşayan ve yollarını dostane şekilde ayırmak isteyen çiftler için süreci hızlandıracaktır.
Anlaşmalı boşanmanın bir diğer gelişimi de “aile arabuluculuğu” sisteminin getirilmesi yönündedir. 2025 Yargı Reformu paketi içinde, şiddet içermeyen boşanma ihtilaflarında dava açılmadan önce bir aile arabulucusuna başvurulması zorunlu hale gelebilecektir . Böylece taraflar, mahkeme yerine arabulucu huzurunda boşanmanın şartlarını konuşup anlaşmaya varmaya teşvik edilecek, eğer uzlaşı sağlanırsa hızla mahkeme onayına gidilecektir.
Bakan Tunç’un açıklamasında, aile arabuluculuğu sayesinde boşanma süreçlerinin kısalacağı ve özellikle kadınlar ile çocukların yıpranmasının önleneceği vurgulanmıştır . Bu sistem, örneğin Bostancı’daki bir boşanma vakasında, tarafların avukatlarıyla birlikte uzman bir arabulucu önünde protokol şartlarını müzakere etmesini, uzlaşma olursa kısa sürede mahkeme kararı alınmasını öngörmektedir. Şiddet içeren durumlar ise arabuluculuk kapsamı dışında tutulacak, doğrudan yargıya intikal edecektir .
Çekişmeli boşanma ise eşlerin boşanmanın kendisine veya koşullarına dair anlaşamadığı durumlarda söz konusudur. Bu durumda, yukarıda detaylandırılan sebeplerden birine dayanarak dava açılır ve yargılama sonucunda hakim, boşanmaya veya davanın reddine karar verir. Çekişmeli davalar genellikle daha uzun sürer, zira dilekçelerin teatisi, ön inceleme, duruşmalar, delil toplama, tanık dinleme gibi aşamalar vardır. Adalet Bakanlığı’nın uygulamaya koyduğu “Yargıda Hedef Süre” uygulamasına göre çekişmeli boşanma davalarının hedeflenen sonuçlanma süresi 300 gün (yaklaşık 10 ay) olarak belirlenmiştir .
Bu, ideal koşullarda öngörülen azami süredir; pratikte birçok çekişmeli dava, özellikle büyük şehirlerdeki iş yükü nedeniyle 1-2 yıl sürebilmektedir. Yargıda Hedef Süre uygulaması çerçevesinde, mahkemeler davanın başında taraflara bu hedef süreyi bildirir ve mümkün olduğunca bu süre içinde bitirmeye gayret eder . Ancak tarafların tutumları, delillerin toplanmasındaki gecikmeler veya bilirkişi incelemeleri gibi etkenler süreyi uzatabilir.
Çekişmeli davalarda boşanmanın ferileri (nafaka, tazminat, velayet) da çekişme konusu olabilmektedir. Hakim, boşanmaya hükmederse bu konularda da karar verir. Taraflar bu konularda uzlaşamazlarsa, her biri kendi taleplerini ileri sürer ve mahkeme kanuna ve hakkaniyete uygun biçimde bunları karara bağlar.
Toparlamak gerekirse, anlaşmalı boşanma tarafların uzlaşmasına dayalı, hızlı ve nispeten basit bir yol iken; çekişmeli boşanma bir uyuşmazlık yargılaması niteliğindedir. Hangi yolun seçileceği, tarafların durumuna bağlıdır. Bostancı ve civarında faaliyet gösteren boşanma avukatları, müvekkillerine durumlarına en uygun yolu tavsiye eder. Birçok deneyimli avukatın öncelikli yaklaşımı, eğer mümkünse anlaşmalı boşanmayı sağlamaktır; zira bu yöntem çoğu zaman hem psikolojik hem de ekonomik bakımdan daha az yıpratıcıdır.
Nitekim Bilal Alyar ve ekibi de aile hukuku alanında müvekkillerine duyarlılık ve gizlilik ilkeleri çerçevesinde hizmet verirken, öncelikle arabuluculuk ve dostane çözüm yollarını değerlendirmekte; anlaşma sağlanamazsa hakları mahkeme önünde kararlılıkla savunmaktadır . Bu profesyonel yaklaşım, modern boşanma avukatlığının gerektirdiği hem uzlaştırıcı hem mücadeleci dual rolü yansıtmaktadır.
Boşanma Davasının Açılması ve Yargılama Süreci
Boşanma davası açmak için öncelikle yazılı bir dilekçe ile yetkili ve görevli mahkemeye başvurulması gerekir. Bu dilekçe, davacı eş veya vekili (avukatı) tarafından hazırlanır. Dava dilekçesinde, davanın dayanağı olan boşanma sebebi veya sebepleri, bu sebebe ilişkin olaylar ayrıntılı ve kronolojik bir şekilde anlatılır. Ayrıca davacının talebi (boşanma talebi) ve boşanmanın ferileriyle ilgili istekleri (velayet, nafaka, tazminat, mal rejimi talebi varsa onun yönü gibi) açıkça belirtilir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) uyarınca dilekçede tarafların kimlik ve adres bilgileri, olayların özeti, hukuki sebep ve netice-i talep (sonuç talebi) gibi unsurlar bulunmalıdır.
Dava dilekçesi, UYAP sistemi üzerinden elektronik olarak verilebileceği gibi (avukatlar genelde bu yolu kullanır), elden fizikî olarak da mahkeme tevzi bürosuna teslim edilebilir. İstanbul gibi büyük yerlerde dava, tevzi sistemi ile mahkemelere dağıtılır. Örneğin Anadolu Adliyesi’nde Aile Mahkemeleri varsa, dilekçe kaydedildiğinde sistem rastgele bir aile mahkemesine dosya numarası verir. Böylece davanın yargılamasını yapacak hakim baştan belirlenmiş olur.
Dava açılmasıyla birlikte, mahkeme tensip zaptı düzenleyerek ilk işlemleri yapar. Tensip zaptında genellikle davalı tarafa cevap süresi (2 hafta HMK m.127 uyarınca) verilir, dilekçe ve eki belgelerin ona tebliğine karar verilir. Ayrıca gerekli harçların ödenip ödenmediği kontrol edilir. Boşanma davalarında başlangıçta peşin harç yatırılır; harç miktarı davanın türüne göre ve talep edilen tazminat/nafaka miktarlarına göre hesaplanır. Davacı, gerekli harç ve giderleri yatırmazsa dava usulen işlemden kaldırılabilir. Bu nedenle avukatlar, davayı açarken harçların doğru yatırılmasına dikkat ederler.
Dava dilekçesi davalı eşe tebliğ edildiğinde, davalı taraf cevap dilekçesi verme hakkına sahiptir. Bu dilekçede davalı, davacının iddialarına yanıt verir, kendi beyanlarını ve savunmalarını ileri sürer. Örneğin davacı kusur atfettiyse bunları kabul etmeyip kendi açıdan karşı iddialar (karşı kusur isnadı gibi) yapabilir. Ayrıca o da boşanmak istiyorsa boşanma talebini yineleyebilir; yok istemiyorsa “boşanmak istemiyorum, davam reddedilsin” diyebilir.
Davalı, cevap dilekçesinde karşı dava da açabilir. Boşanma davalarında genellikle karşı dava, davalının da boşanmak ve tazminat/nafaka talep etmek istemesi halinde görülür. Örneğin davacı koca dilekçesinde boşanma isteyip kadının kusurlu olduğunu söyledi; kadın cevap dilekçesinde hem davayı reddetmek ister hem de “ben de boşanmak istiyorum ve koca asıl kusurludur, bana tazminat ödesin” demek isterse, karşı boşanma davası açmalıdır. Uygulamada, dilekçeler aşamasında her iki taraf da boşanmak istiyorsa, davalar birleştirilir ve tek dosyada görülür.
Davalının cevap dilekçesine karşı, davacı cevaba cevap dilekçesi; ona karşı davalı da ikinci cevap (replik-duplik) dilekçesi sunabilir. Bu dilekçelerle birlikte, taraflar delil listelerini, tanık listelerini, ellerindeki belgeleri mahkemeye sunarlar. Boşanma davasında deliller oldukça çeşitlidir: Tanık ifadeleri hemen her davada önemli yer tutar; ayrıca mesaj kayıtları, e-postalar, fotoğraf ve videolar, sosyal medya paylaşımları, polis tutanakları, hastane raporları, ekspertiz raporları vs. sunulabilir. Taraflar ayrıca diğer taraftan ellerindeki delillere karşı beyanda bulunabilirler.
Dilekçeler teatisi tamamlandıktan sonra mahkeme bir ön inceleme duruşması günü tayin eder. Ön inceleme aşamasında mahkeme, usule dair eksikleri giderir, tarafların anlaşabileceği bir nokta olup olmadığını sorar (sulh imkânını araştırır) ve tarafların üzerinde anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları belirler. Örneğin iki taraf da boşanma konusunda hemfikirse ama tazminat konusunda anlaşamıyorsa, bu belirlenir. Eğer taraflar bu aşamada arabulmaya yanaşırlarsa, hakim onlara süre verebilir veya davayı bitirebilir (nadir durum). Çoğunlukla boşanma davalarında ön incelemede anlaşma çıkmaz ve tahkikat (delil inceleme) aşamasına geçilir.
Tahkikat aşamasında, ilk olarak tarafların gösterdiği tanıklar dinlenir. Her taraf genellikle önceden bildirdiği 2-3 tanığı mahkemeye getirir ve hakim huzurunda yeminli ifade alınır. Tanıklar evlilikte şahit oldukları olayları, tarafların karakter ve tutumlarını anlatırlar. Örneğin davacı eşin ailesinden biri veya komşusu, diğer eşin sorunlu davranışlarını görmüşse bunları dile getirir. Tanık beyanları, özellikle evlilik birliğinin sarsılması davalarında hakimin kanaati için kritik olabilir; zira ev içindeki yaşantıyı en iyi yakın çevre bilir. Ayrıca şiddet, zina gibi konularda da tanıklar dolaylı gözlemlerini aktarabilir.
Tanık dışında, mahkeme diğer delilleri inceler. Telefon kayıt dökümleri, sosyal medya çıktıları gibi belgeler dosyaya girmişse bunların doğruluğu ve olgu ispatına katkısı değerlendirilir. Gerekirse mahkeme bazı resmî kurumlara yazı yazarak bilgi/belge isteyebilir (örn. Tarafların nüfus kayıtları, sabıka kayıtları, hastane kayıtları istenebilir). Ayrıca çocuk varsa ve velayet ihtilafı söz konusu ise, mahkeme sosyal inceleme raporu aldırabilir. Bu rapor, uzman pedagog/psikolog tarafından hazırlanır; uzman, taraflarla ve çocukla görüşüp, çocuğun üstün yararı için hangi ebeveynde kalmasının uygun olduğunu değerlendiren bir rapor sunar.
Deliller toplandıktan sonra taraflara sözlü yargılama için söz verilir. Boşanma davalarında çoğunlukla her iki taraf da bizzat duruşmaya gelir (avukatları varsa birlikte). Hakim, özellikle anlaşmalı olmayan davalarda, tarafları bizzat dinlemeyi önemser. Tarafların duruşmadaki beyanları tutanağa geçirilir. Çelişkili hususlar varsa hakim soru sorarak açıklık getirtir. Bu aşamada genellikle son tartışmalar yapılır ve hakim davayı hükme hazır hale getirir.
Hakim kararını ya duruşmada sözlü olarak açıklar ya da inceleme için süre aldıysa daha sonra gerekçeli olarak kaleme alır. Hüküm fıkrasında, boşanmanın kabulüne veya reddine dair karar ile, kabul halinde fer’i taleplere ilişkin hükümler yer alır.
Örneğin boşanmaya karar verildiyse, velayet kime verildiği, çocuk için iştirak nafakası miktarı, eş için yoksulluk nafakası bağlanıp bağlanmadığı, kusur durumuna göre maddi/manevi tazminata hükmedilip edilmediği, mal rejimi talepleri boşanma davasında ileri sürülmüşse bunlar hakkında karar açıkça yazılır. Eğer anlaşmalı boşanma ise, protokol hükümleri aynen veya düzeltilerek karara geçirilir.
Kararın açıklanması ile birlikte henüz süreç tamamen bitmiş sayılmaz. Gerekçeli karar yazıldıktan ve taraflara tebliğ edildikten sonra, tarafların istinaf kanun yoluna başvurma hakkı vardır. İstanbul’daki boşanma davaları için istinaf mercii, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi’nin ilgili hukuk dairesidir (2. Hukuk Dairesi tipik olarak aile hukukuna bakar).
Taraflar karardan memnun değilse, gerekçeli karar tebliğinden itibaren 2 hafta içinde istinaf dilekçesi verebilir. İstinaf mahkemesi dosyayı inceleyerek, ilk derece mahkemesinin kararında bir hukuka aykırılık görmezse onama kararı verir; bir hata tespit ederse bozma kararı verip dosyayı geri gönderir veya gerekli hallerde kendisi yeniden karar verebilir. İstinaf aşaması, bölge adliye mahkemelerinin iş yüküne göre birkaç ay ile bir yıl arasında sonuçlanabilmektedir.
İstinaf kararına karşı değin tutar bir hukuki mesele veya önemli bir yanlış uygulama var ise taraflar temyiz yoluna da gidebilirler (eğer bölge adliye mahkemesi kararı temyize tabi ise). Temyiz mercii Yargıtay’dır (2. Hukuk Dairesi aile hukukuna bakmaktadır). Yargıtay, hukuki denetim yapar; delil takdiri veya olay değerlendirmesine karışmaz ama kanun uygulamasında hata varsa kararı bozabilir. Örneğin mahkeme, kanunen verilmemesi gereken bir nafaka türüne hükmetmişse veya usul kurallarını ihlal etmişse Yargıtay kararı bozacaktır. Bozma sonrası dosya yeniden ilk derece mahkemesine gelir, mahkeme Yargıtay’ın dediğine uyarak veya direnerek yeniden karar verir. Direnme olursa konu Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’na kadar gidebilir.
Görüldüğü üzere, çekişmeli bir boşanma davası tüm kanun yolları tüketilene dek birkaç yıllık bir süreç olabilir. Bu süreçte boşanma avukatının görevi, müvekkilinin hak ve menfaatlerini her aşamada savunmak, usulî işlemleri zamanında ve eksiksiz yapmak, delilleri en iyi şekilde sunmak ve hukuki argümanları güçlü bir şekilde ortaya koymaktır.
Profesyonel bir avukat, aynı zamanda müvekkilini yargılama sürecine hazırlar; örneğin duruşmada nasıl ifade vermesi gerektiği, karşı tarafın olası iddialarına karşı psikolojik olarak nasıl dayanması gerektiği konusunda rehberlik eder. Zira boşanma davaları sadece hukuki değil, aynı zamanda psikolojik bir mücadeledir. Taraflar çoğu zaman kırgınlık ve öfke ile hareket eder; avukat bu duyguları hukuki süzgeçten geçirip mahkemeye sunulabilir hale getirmekle yükümlüdür.
Boşanma sürecinde doğru adımları atmak, bazen davanın seyri açısından belirleyici olur. Örneğin tedbir nafakası veya koruma kararı gibi ivedi talepler dava açılır açılmaz gündeme getirilebilir. Davacı eş, dava sırasında geçimini sağlayamıyorsa mahkemeden tedbiren (dava süresince ödenmek üzere) nafaka bağlanmasını talep edebilir ve mahkeme uygun görürse davalıdan aylık bir ödeme yapmasını kararlaştırabilir.
Yine şiddet iddiası varsa, 6284 sayılı Kanun kapsamında koruma tedbirleri derhal alınabilir (örneğin uzaklaştırma kararı). Bu ara kararlar, esas dava sonuçlanmadan tarafların durumunu düzenler ve mağduriyetleri önler. Bu nedenle, tecrübeli bir Bostancı boşanma avukatı, davanın başından itibaren bu tür talepleri hazırlıklı bir şekilde mahkemeye sunar ve müvekkilinin haklarını geçici tedbirlerle güvence altına alır.
Özetle, boşanma davasının açılışından nihai kararın kesinleşmesine kadar uzanan süreç çok adımlı ve teknik ayrıntılarla doludur. Akademik düzeyde bakıldığında, bu süreç hem usul hukuku hem de materiyal aile hukuku kurallarının iç içe geçtiği bir alandır. Başarılı bir sonuç elde edebilmek, hukuki bilgi kadar, davanın stratejik yönetimini de gerektirir. Özellikle İstanbul gibi büyük yargı çevrelerinde, dosya yoğunluğu ve prosedürel işlemler dikkate alındığında, uzman bir boşanma avukatı ile çalışmak tarafların yararına olmaktadır.
Boşanma Davalarında Velayet ve Çocukların Durumu
Boşanma sürecinin en önemli ve hassas konularından biri, ortak çocukların durumudur. Velayet meselesi, hem hukuki hem de duygusal boyutu olan kritik bir husustur. Türk hukukunda velayet, çocuğun reşit (ergin) olmasına kadar anne ve babanın hak ve yükümlülüklerini ifade eder. Evlilik devam ettiği sürece ana ve baba velayeti birlikte kullanır. Boşanma ya da ayrılık durumunda ise hakim, çocukların velayetini eşlerden birine verir (istisnai olarak, fiili imkansızlık durumunda üçüncü kişiye veya kuruma da verilebilir, ancak bu çok nadirdir). Diğer ebeveyne ise çocukla kişisel ilişki kurma hakkı tanınır (genellikle belirli aralıklarla ziyaret hakkı).
Velayet konusunda mahkemenin takdir yetkisi geniştir, ancak bu takdir “çocuğun üstün yararı” temel ilkesine göre kullanılır. Anayasa’nın 41. maddesi ve Türkiye’nin taraf olduğu Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi gibi uluslararası belgeler, çocuğun yararının gözetilmesini emreder. TMK m.336 ve devamı hükümlerinde de velayet düzenlenirken çocuğun bedeni, fikri, ahlaki gelişimi ile tüm menfaatlerinin dikkate alınması gerektiği sonucunu çıkarmaktayız.
Boşanma davalarında velayet kararı verilirken hakim birçok faktörü değerlendirir: Çocuğun yaşı, bakım ve şefkat ihtiyacı, anne-babanın sosyo-ekonomik durumu, yaşam koşulları, çocuğun anneye veya babaya yakınlığı, anne veya babanın yaşam tarzının çocuğa etkisi, kardeşlerin durumu (varsa kardeşlerin mümkünse ayrılmaması tercih edilir) vb.
Örneğin çok küçük (özellikle 0-3 yaş) çocuklarda anne bakımına muhtaç olunduğu gerekçesiyle genellikle velayet anneye verilir; çünkü bebeğin anne şefkatine ve rutinine ihtiyacı olduğu kabul edilir. Ancak annede ciddi bir yetersizlik veya çocuğa zarar verebilecek bir durum varsa (örneğin ağır psikolojik rahatsızlık, kötü alışkanlıklar), küçük yaşta bile olsa babaya verilebilir. Okul çağındaki çocuklarda, hangi ebeveynin eğitim ve sosyal gelişim açısından daha destekleyici ortam sağlayacağı önem kazanır.
Mahkeme, daha olgun çocukların (genelde 8-10 yaş üstü) görüşünü de dikkate alabilir. HMK ve ilgili mevzuat uyarınca, gerekli gördüğü takdirde hakim çocukla bizzat görüşüp onun istek ve eğilimini öğrenebilir. Ancak bu görüş tek başına belirleyici değildir; çocuk anneye gitmek istese bile, eğer hakim o tercihin çocuğun yararına olmadığını düşünürse (örneğin anne koşulları kötü ise) babayı tercih edebilir, veya tam tersi.
Velayet konusunda belirleyici bir unsur da, anne veya babanın kusuru ile velayetin doğrudan alakalı olan durumlardır. Örneğin bir eşin sadakatsiz davranması velayet hakkını doğrudan etkilemez (çünkü eşe karşı kusurdur, çocuğa karşı değil). Ancak bir eşin çocuklara karşı ilgisizliği, hatta onlara kötü muamelede bulunması veya onları istememesi gibi durumlar elbette velayet kararını etkiler. Yine, eşlerden birinin yaşam tarzı çocuğun gelişimine zarar veriyorsa (örneğin evde sürekli madde kullanımı veya uygunsuz ortamlar), hakim diğer tarafa yönelir.
Uygulamada velayetle ilgili Aile Mahkemeleri sıkça sosyal hizmet uzmanlarından rapor alır. İstanbul Anadolu yakasında da Adalet Bakanlığı bünyesinde adliye pedagogları ve psikologları bulunmaktadır. Bu uzmanlar, taraflar ve çocukla görüşerek, ev ortamlarını inceleyerek ayrıntılı bir sosyal inceleme raporu hazırlarlar. Raporda, her ebeveynin çocuğa sağlayabileceği imkanlar, çocuğun ebeveynleriyle etkileşimi, psikolojik gözlemler, çocuğun tercihleri gibi hususlar değerlendirilir. Hakimler bu raporlara genellikle büyük önem atfeder ve karar verirken rapor bulgularını dikkate alır. Örneğin raporda “çocuk anneye daha bağlı ve anne yanında mutlu, babayla iletişimi zayıf” gibi bir tespit varsa, velayetin anneye verilmesi yönünde eğilim oluşur.
Velayet kararı verilirken kardeşlerin ayrılmaması kural olarak arzu edilir. Eğer birden fazla çocuk varsa, birinin annede diğerinin babada kalması çok istisnai haller dışında tercih edilmez; zira kardeş bağının kopmaması da çocuğun yararı gereğidir. Ancak arada büyük yaş farkı olup, birinin tercihi anne diğeri baba yönünde çok netse, nadiren kardeşler de ayrılabilir.
Velayet hakkı kendisine verilmeyen ebeveyn için mahkeme kişisel ilişki (görüşme) takvimi belirler. Genellikle Türkiye uygulamasında standartlaştırılmış görüşme günleri vardır: Çocuk, babadaysa anneye her ayın belli haftasonu verilir veya tatiller paylaştırılır; çocuk annedeyse babaya belirli haftasonları, yaz tatilinin belli kısmı, bayramların yarısı gibi sürelerle görüştürülür. Taraflar bu konuda anlaşmışsa protokole yazılabilir, anlaşamamışlarsa hakim re’sen makul bir düzenleme yapar. Bostancı boşanma avukatı, müvekkilinin istemlerine göre görüş günlerine dair öneriler sunabilir (örneğin iş durumuna göre farklı bir düzenleme talep edebilir), ancak son kararı hakim verir.
Velayet davalarında bir diğer konu nafaka (iştirak nafakası) konusudur ki ayrı bir başlıkta aşağıda incelenecektir, ancak burada kısaca bahsetmek gerekirse: Çocukların velayeti kendisine verilmeyen ebeveyn, çocukların bakımı ve eğitimi için iştirak nafakası ödemekle yükümlüdür. Bu nafaka, çocuğun masraflarına her iki ebeveynin gelirine göre katılımını sağlar. Mahkeme, velayeti alan taraf talep etmese bile çocuğun menfaati için resen iştirak nafakasına hükmedebilir; çünkü bu nafaka çocuğa ait bir haktır.
Velayet, boşanma hükmüyle kesinleşse bile, sonradan değişmez bir şey değildir. Koşullar değişirse velayet değiştirme davası açılabilir. Örneğin boşanmadan sonra velayet anneye verilmişti, ancak anne ciddi bir hastalığa yakalandı ya da çocuğa iyi bakamıyor hale geldi; baba, velayetin kendisine verilmesi için dava açabilir. Kanun, “çocuğun menfaatinin gerektirdiği hallerde velayetin değiştirilebileceğini” öngörür. Dolayısıyla velayet konusunda aslolan çocuğun esenliğidir, ebeveynlerin kazanılmış hakkı gibi görülmez.
Boşanma sürecinde velayetle ilgili anlaşmazlıklar çok çetin geçebilir, zira her iki taraf da çocuk için en iyi olanın kendi yanında kalması olduğunu ileri sürebilir. Bu noktada devreye çoğu zaman uzman avukatların ve mahkeme destek elemanlarının arabuluculuğu girer. Kimi vakada, ebeveynler makul bir uzlaşmaya varıp çocukların düzenini bozmadan, karşı tarafı da dışlamadan bir model geliştirebilirler. Örneğin günümüzde ortak velayet kavramı tartışılmaktadır:
Türk pozitif hukukunda boşanmadan sonra ortak velayet düzeni şu an mümkün olmamakla birlikte (velayet tek tarafa verilmek zorunda), bazı durumlarda uygulamada fiilen anne-babanın uyumlu hareket ederek çocuklar üzerinde birlikte karar aldığı, mahkeme kararı anneyi sorumlu kılarken babanın da aktif rol üstlendiği görülmektedir. Ortak velayetin yasal zemini henüz yoksa da, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları doğrultusunda velayet hakkının anne ve babaya müştereken tanınabilmesi gelecekte söz konusu olabilir (Türk hukuku bu konuda değişime açıktır).
Bostancı ve İstanbul genelinde boşanma davalarına bakan hakimler, genelde velayet konusunda benzer yaklaşımlar sergiler: Annenin veya babanın maddi geliri iyi diye tek başına ona verilmez, asıl önem çocuğun günlük bakımını kimin daha iyi üstleneceğidir. Mesela babanın geliri yüksek olsa da yoğun iş temposu nedeniyle çocuğa vakit ayıramayacaksa, anne daha düşük gelire sahip olsa bile çocuğun anne yanında kalması uygun görülür, babaya da nafaka yükümlülüğüyle çocuğa maddi destek olma rolü verilir.
Sonuç olarak, velayet davaları boşanma sürecinin belki de en can alıcı kısmıdır. Akademik perspektiften değerlendirildiğinde, velayet meselesi aile hukukunun, çocuğun korunması ilkesinin uygulamaya somut yansımasıdır. Yargıtay kararları, velayet tayininde çocuğun bedeni, fikri, ahlaki gelişimi bakımından en faydalı ortam neredeyse oranın tercih edilmesi gerektiği yönündedir.
Uygulamada anne sevgisi özellikle küçük çocuklar için vazgeçilmez görülse de, Yargıtay son yıllarda babaların da çocuk bakımında etkin rol alabileceğini gösteren kararlar vermiştir (örneğin uygun koşulları sağlayan babaya velayet verilebileceğine dair). Her olayın kendine özgü koşulları belirleyici olmaktadır.
Bostancı boşanma avukatı, müvekkilinin velayet talebi varsa, onun ebeveynlik kapasitesini ve çocuğa sunabileceği imkânları en iyi şekilde mahkemeye aksettirmek zorundadır. Gerekirse okul kayıtları, doktor raporları, komşu tanık beyanları gibi her türlü delili kullanarak müvekkilinin çocuğun bakımına uygunluğunu ispatlar.
Diğer yandan, karşı tarafın çocuk için yeterince iyi bir seçenek olmadığını kanıtlamaya çalışabilir (tabii bunu yaparken iftira veya mesnetsiz iddialardan kaçınıp somut gerçeklere dayanmak gerekir; örneğin karşı tarafın sabıka kaydında çocuğa zarar verebilecek bir suç varsa bunu vurgulamak gibi). Son tahlilde, kararı verecek olan hakimin de bir vicdan muhasebesi yapacağını unutmamak lazımdır; bu nedenle velayet konusunda asıl hedef, hakimin zihninde çocuğun menfaatine en uygun tablonun müvekkil tarafında olduğu kanaatini oluşturmaktır.
Nafaka Türleri ve Boşanmada Nafaka Hükümleri
Boşanma davalarında nafaka kavramı, hem dava devam ederken hem de boşanma kararı sonrasında ortaya çıkabilen, ekonomik sonuçlara ilişkin bir düzenlemedir. Türk Medeni Kanunu’nda boşanma ile bağlantılı olarak üç temel nafaka türü öngörülmüştür: Tedbir nafakası, yoksulluk nafakası ve iştirak nafakası. Bunların dışında, boşanma sonrası çocuk için eğitim veya bakıma dair özel giderler söz konusuysa mahkeme bunları da düzenleyebilir, ancak genel kategoriler bu üçüdür.
Tedbir Nafakası: Boşanma davası açıldığında hakim, davanın devamı süresince geçerli olmak üzere, boşanma talebinde bulunmayan (veya daha az kusurlu) eş ve çocukların geçimi için geçici nafaka (tedbir nafakası) ödenmesine karar verebilir (TMK m.169). Bu nafaka, dava süreci boyunca aile birliğinin ekonomik zayıflamadan ötürü zarar görmesini önlemeyi amaçlar. Örneğin ev hanımı olan bir kadın boşanma davası açmışsa veya kocası açmışsa, kadın çalışmadığı için dava süresince mağdur olmasın diye mahkeme kocanın ona aylık belli bir nafaka ödemesine hemen karar verebilir.
Tedbir nafakası, boşanma kararı kesinleşene kadar devam eder. Miktarı belirlenirken tarafların gelir durumları ve önceki aile yaşam standardı dikkate alınır. Bu karar genellikle davanın başında veya ön inceleme aşamasında ara kararla verilir. Tedbir nafakası, hem eş hem çocuklar için öngörülebilir; çocuklar için olanı zaten iştirak nafakasıyla iç içedir.
İştirak Nafakası (Çocuk Nafakası): Boşanma kararıyla birlikte, velayet kendisine verilmeyen ebeveynin, çocuğun bakım ve eğitim giderlerine katılmak için ödemesi gereken nafakaya iştirak nafakası denir (TMK m.182/2). Bu nafaka, çocuğun ergin olmasına kadar devam eder (ergin olduktan sonra da eğitim devam ediyorsa, örneğin üniversite, durumuna göre talep edilebilir ancak o ayrı bir hukukî ilişki olarak değerlendirilir).
İştirak nafakası miktarını mahkeme, çocuğun ihtiyaçları ve anne-babanın maddi durumuna göre belirler. Genelde nafaka yükümlüsü olan babadır (çünkü velayet çoğunlukla anneye verilir), ancak annenin velayet almadığı durumlarda anne de iştirak nafakası ödeyebilir. Örneğin babaya velayet verildiyse ve anne çalışıyor, geliri var ise, anne de çocuğa nafaka ödemek zorundadır; bu durum hukukça mümkündür, cinsiyete bakılmaz, önemli olan velayetin kimde olduğudur.
İştirak nafakası miktarında standart bir tarifeden ziyade hakkaniyet ilkesi uygulanır. Yargıtay kararları, nafaka tayininde çocuğun çağdaş ölçütlerle ihtiyaçlarını (eğitim giderleri, sağlık, giyim, sosyal aktiviteler vs.) ve nafaka ödeyecek tarafın ödeme gücünü göz önünde bulundurmayı vurgular. Örneğin İstanbul gibi bir şehirde yaşayan okul çağındaki bir çocuğun aylık gideri daha yüksek kabul edilebilir; bu durumda nafaka miktarı da buna göre olabilir.
Eğer baba asgari ücretliyse, ondan örneğin gelirinin yarısı gibi fahiş bir nafaka alınamaz; genelde gelirinin üçte biri gibi bir üst sınır Yargıtay içtihatlarında dile getirilmektedir (bu kesin bir kural olmamakla birlikte uygulamada fiili bir yaklaşım). Tarafların ekonomik durumları ileride değişirse (nafaka ödeyenin geliri artar veya azalır, çocuğun ihtiyaçları artar vs.), iştirak nafakası miktarının artırılması veya indirilmesi davası açılabilir. Bu bakımdan nafaka dinamik bir yükümlülüktür.
Yoksulluk Nafakası: Boşanma kararı ile birlikte, boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek tarafa, daha kusurlu olmamak kaydıyla, diğer tarafın maddi gücü nispetinde süresiz olarak ödemesi kararlaştırılan nafakaya yoksulluk nafakası denir (TMK m.175). Yani eğer evliliğin sona ermesiyle ekonomik olarak zora girecek bir eş varsa ve boşanmada ağır kusurlu değilse, diğer eş ona boşanma sonrası geçim desteği vermek zorunda kalabilir.
Bu nafakanın şartları: nafaka talep eden eş boşanma sonucu yoksullaşmalı, diğerine nazaran daha ağır kusurlu olmamalı ve karşı tarafın da ödeme gücü olmalı. Yoksulluk nafakası miktarı, talep edenin asgari geçimini sağlayacak düzeyde, fakat diğer tarafı da çok aşırı zorlamayacak şekilde takdir edilir.
Örneğin, ev hanımı olan ve geliri olmayan bir kadın boşanma sonrası çalışmaz veya iş bulamazsa muhtemelen yoksullaşacaktır; hakim kocanın gelirine göre aylık bir nafaka bağlar. Ya da tersi, ev hanımı olan erkek pek olmasa da, çalışmayan bir erkek (örneğin sağlık sorunları olan ve geliri olmayan) karısı çalışıyorsa ve boşanınca zor durumda kalacaksa, erkek de nafaka talep edebilir – hukukta cinsiyet ayrımı yoktur, önemli olan maddi durumdur.
Yoksulluk nafakasının süresiz olması, uygulamada tartışmalara yol açmıştır; zira boşanmış eşe ömür boyu nafaka ödemek yükümlüsü açısından ağır gelebilmektedir. Kanunda süre sınırı olmadığı için mahkemeler çoğunlukla belirsiz süreli nafaka bağlar. Ancak TBMM gündeminde son yıllarda nafakaya süre sınırı getirilmesi yönünde tartışmalar yer almıştır. Henüz bir yasal değişiklik olmamışsa da, önümüzdeki dönemde örneğin 5 yıl, 10 yıl gibi süre kısıtlaması getirilmesi veya her olay özelinde süre belirlenmesi gibi düzenlemeler yapılması mümkündür.
Yoksulluk nafakası, nafaka alacaklısının yeniden evlenmesi, taraflardan birinin ölümü veya alacaklı eşin resmen evlenmese bile fiilen evli gibi hayat sürmesi (fiili birlikte yaşama) hallerinde kendiliğinden kalkar (TMK m.176). Ayrıca alacaklının işe girip geliri artar ve yoksulluktan kurtulursa, nafaka borçlusu mahkemeden nafakanın kaldırılmasını talep edebilir. Bu nedenle yoksulluk nafakası da değişen koşullara göre artırılabilir, azaltılabilir veya kaldırılabilir.
Nafaka belirlenmesinde kusur kavramı özellikle yoksulluk nafakası yönünden öne çıkar. Kanuna göre daha ağır kusurlu eş yoksulluk nafakası alamaz. Örneğin kendi ihaneti yüzünden evlilik bitmiş bir kişi, maddi olarak zorlansa dahi, tamamen kusursuz karşı taraftan nafaka isteyemez. Ancak karşı tarafın da belirli kusurları varsa (tamamen kusursuz değilse) ve talep eden eş ondan daha fazla kusurlu değilse, gene nafaka bağlanabilir. Yargıtay uygulamasında, genellikle evlilik birliğinin temelinden sarsılması davalarında iki taraf da kusurlu olabiliyor; bu durumda kadının geliri yoksa, erkeğe nazaran biraz kusurlu olsa bile nafaka alabilmektedir.
Bostancı boşanma avukatı, müvekkili lehine nafaka talep ederken, müvekkilinin yoksulluğa düşeceğini ve diğer tarafın ödeme gücünü somut verilerle ortaya koyar. Örneğin müvekkilinin geliri yoksa veya çok az ise bunu belgeler (işsizse İŞKUR kaydı, gelir yoklaması vs.), diğer tarafın maaş bordrosu, mal varlığı, araba-evi gibi varlıklarını araştırır ve mahkemeye sunar. Hakim genelde ekonomik durum araştırması için taraflardan belgeler ister, SGK kayıtlarına bakar, tapu-sicil kayıtlarını inceler.
Yine de avukatların proaktif davranıp eksiksiz bilgi sunması önemlidir çünkü beyan etmedikçe mahkemenin her şeyi resen araştırması mümkün olmayabilir. Nafaka taleplerinde talep eden taraf miktar da belirtir (örn. aylık 5.000 TL yoksulluk nafakası istiyorum gibi), ancak hakim kendisi uygun bir miktara hükmedebilir, talep aşılıyorsa fazla kısım reddedilir.
Nafaka ödeyecek tarafın avukatı ise, mümkün olduğunca nafaka yükümlülüğünü azaltmaya veya kaldırmaya çalışır. Bunun için de karşı tarafın aslında çalışabileceğini, ailesinden destek alabildiğini, yaşam standardının iddia ettiği kadar düşük olmadığını ileri sürebilir. Ayrıca kendi müvekkilinin ekonomik durumunun nafaka ödemeye elverişli olmadığını, çok yüksek nafaka isteniyorsa bunun fahiş olduğunu savunabilir. Hakim bu savları dikkate alarak bir denge kurmaya çalışır.
Maddi ve manevi tazminat nafaka kavramından ayrı olsa da, boşanmanın mali sonuçları içinde değerlendirildiği için burada kısaca değinmek yerinde olacaktır. TMK m.174 gereği, boşanmaya neden olan olaylar yüzünden mevcut veya beklenen menfaatleri zedelenen taraf, kusursuz veya daha az kusurlu olmak şartıyla, karşı taraftan maddi tazminat talep edebilir; ayrıca kişilik hakları saldırıya uğrayan taraf uygun miktarda manevi tazminat talep edebilir .
Örneğin evlilik boyunca çalışmamış ve boşanma ile ekonomik geleceği riske girecek eş, maddi tazminat isteyebilir (bu, yoksulluk nafakasından farklı olarak tek seferlik veya toplu bir tazminat şeklindedir, amacı evliliğin bitmesiyle uğranan maddi kaybı telafi etmektir). Manevi tazminat ise, örneğin eşinin ağır hakaretleri, sadakatsizliği, şiddeti gibi nedenlerle ruhen sarsılmış, onuru kırılmış eşe ödenecek manevi bedeldir.
Tazminat konusunu burada özellikle anmamızın sebebi, nafaka ile bazen karıştırılmasıdır. Nafaka, kural olarak ileriki döneme ilişkin geçim yardımıdır; tazminat ise evlilikten kaynaklı hakların ihlali nedeniyle geçmişe dönük veya anlık zarar giderimidir. Yoksulluk nafakası yerine maddi tazminat da istenebilir ya da birlikte istenebilir (ancak aynı zararın iki kez karşılanması olmaz, hakim dengeyi kurar).
Tazminatta kusur şartı daha baskındır: Tam kusurlu eş, tazminat alamaz. Ayrıca tazminat miktarı belirlenirken tarafların kusur ağırlığı, ekonomik durumları ve zararın kapsamı değerlendirilir. Yargıtay, maddi tazminatta “mevcut/beklenen menfaatin zedelenmesi” kavramını, evlilik devam etseydi elde edilmesi muhtemel maddi yararların kaybı şeklinde yorumlar . Manevi tazminatta ise hakkaniyete uygun, tarafların sosyal-ekonomik durumlarına uygun bir meblağ takdir edilmelidir.
Örneğin 20 yıllık ev hanımı bir kadın, kocasının kusuru ile boşanıyorsa, mevcut menfaati (evin geçimi, hayat standardı) ve beklenen menfaati (ileriki yıllarda eş desteği) zedelenmiş olacağından maddi tazminat kazanabilir. Ayrıca kocanın ağır kusuru (örneğin aldatma) varsa, kadının kişilik hakları da saldırıya uğradığı için manevi tazminata hükmedilebilir. Bu tazminatlar, karşı tarafa toplu ödeme veya taksitli ödeme şeklinde mahkemece hükmedilebilir.
Nafaka ile tazminat arasındaki ilişkinin iyi anlaşılması gerekir: Nafaka düzenli ödemedir ve aksatılırsa icra ile tahsil edilir; tazminat ise genelde topludur (veya taksitli olabilir ama genelde kararda toplam miktar belirtilir). Nafakada değişen koşullara göre uyarlama mümkündür; tazminat kesinleşip ödenince biter (ancak ödenmezse icra takibi yapılır). Nafaka, borçlunun ölümüyle sona erer; tazminat, mirasçılara geçer (mirasçılar ödemek zorunda kalabilir, eğer vefat edenin terekesinden). Nafaka kamu düzenine ilişkindir, mesela iflas etse bile borçlu, nafaka borcundan kurtulamaz; tazminat diğer borçlar gibi iflas masasına girer.
Boşanma davalarında nafaka ve tazminat hükümleri, çoğu zaman taraflar arasında pazarlık konusu olur. Anlaşmalı boşanmada protokolle bu konular çözülür: Örneğin taraflar “karşılıklı nafaka-tazminat talebimiz yoktur” diyerek feragat edebilirler veya belirli bir miktar üzerinde anlaşabilirler. Çekişmeli davada ise, her taraf kendi lehine maksimum kazanımı hedefler.
Mahkeme de adil bir denge kurmaya çalışır. Hukuki literatürde, nafaka ve tazminatın boşanma sonrası sosyal dengeyi sağlama işlevi vurgulanır. Amaç, boşanma nedeniyle özellikle ekonomik açıdan kırılgan tarafa bir destek sunmak, aniden yoksulluğa düşmesini engellemektir; diğer taraftan, nafaka yükümlüsünü de ömür boyu taşınamaz bir yük altına sokmamaktır. Bu denge her somut olayda farklı kurulur.
Nafaka kararları kesinleştikten sonra ödenmezse, icra takibi yoluyla tahsil edilebilir. Ayrıca Türk Ceza Kanunu’na göre nafaka ödememek (iştirak veya yoksulluk nafakasını ödemekten kaçınmak) belirli şartlarda “nafaka borcunu ihlal suçu” oluşturur ve şikayet halinde zorlama hapsi yaptırımı uygulanabilir. Bu yaptırım, nafaka borçlusunu ödeme yapmaya zorlamak için öngörülmüştür.
Bostancı boşanma avukatı, nafaka ve tazminat konularında müvekkilinin menfaatlerini azami ölçüde koruyacak şekilde taleplerini mahkemeye iletir. Bu, bazen müvekkili adına yüksek bir nafaka talebi formüle etmek, bazen de müvekkilinin nafaka yükümlülüğünü en alt düzeyde tutmak şeklinde olabilir. Avukat, müvekkilinin mali durumunu belgelendirip (beyan edilmemiş gelirlerin karşı tarafça ileri sürülmesine önlem olarak) gerçek durumu yansıtmaya çalışır.
Özellikle kayıt dışı ekonomi veya ailelerden gelen destekler gibi unsurlar davalarda tartışma konusu olabilir; avukatlar bu noktada çapraz sorgu ve delil sunma yöntemleriyle gerçeğin ortaya çıkarılmasına katkı yaparlar.
Akademik açıdan bakıldığında, nafaka hukuku, aile hukukunun toplumsal yönünü yansıtır. Toplumda boşanan eşler arasında ekonomik adaletin sağlanması, yoksulluğa karşı zayıf olanın korunması ilkesi devreye girer. Bu nedenle yargıçlar, bir boşanma davasını sonuçlandırırken adeta küçük ölçekli bir sosyal denge kurmaktadırlar.
Yargıtay da içtihatlarında, nafaka tayin ve takdirinde hakkaniyetin ve günün ekonomik koşullarının gözetilmesini sık sık dile getirir. Örneğin yüksek enflasyon dönemlerinde Yargıtay, çok uzun süre önce belirlenmiş düşük nafakaların artırılması gerektiğini belirtir; zira paranın alım gücü düşmüştür. Bu durum, nafaka hükmünün statik olmadığının, ekonomik değişkenlere göre yeniden uyarlanabildiğinin göstergesidir.
Sonuç olarak, boşanma davalarında nafaka ve tazminat konuları, en az boşanmanın kendisi kadar tarafların geleceğini etkileyen kararlardır. Bu nedenle mahkemede bu konuların kapsamlı şekilde ortaya konması ve adil bir sonuca ulaşılması, her iki tarafın da yeni hayatlarına sağlıklı bir başlangıç yapabilmeleri için önem taşır. Boşanma avukatları, müvekkilleri için bu kritik müzakereleri yasal zeminde yürüten temsilcilerdir ve hukukun çizdiği çerçevede en iyi sonucu almaya çalışırlar.
Mal Rejimi ve Mal Paylaşımı Sorunları
Boşanma ile birlikte gündeme gelen bir diğer önemli hukuki konu, eşler arasındaki mal rejimi ve buna bağlı olarak mal paylaşımı meselesidir. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu, 1 Ocak 2002’den itibaren yasal mal rejimi olarak edinilmiş mallara katılma rejimini kabul etmiştir. Bu rejim uyarınca, eşlerin evlilik içinde edindikleri (çalışarak kazandıkları, tasarruf ettikleri) mallar kural olarak ortak kabul edilir ve boşanma halinde paylaştırılır. Evlilik öncesi edinilmiş mallar veya eşlerden birine miras veya bağış yoluyla gelen malvarlıkları ise kişisel mal niteliğindedir ve paylaşım dışı kalır.
Eşler evlenirken veya evlilik sırasında mal rejimi sözleşmesi yaparak başka bir rejim de seçebilirler: Mal ayrılığı, mal ortaklığı veya paylaşmalı mal ayrılığı gibi. Ancak Türkiye’de çoğu evlilikte özel bir sözleşme yapılmadığından otomatik olarak yasal rejim olan edinilmiş mallara katılma uygulanır.
Edinilmiş Mallara Katılma Rejiminde, boşanma durumunda her eş, diğer eşin edinilmiş mallarının değerinin yarısı üzerinde hak sahibi olur (katılma alacağı). Örneğin evlilik süresince kocanın aldığı bir ev, edinilmiş mal sayılırsa, kadın o evin değerinin yarısını talep edebilir (bu, genelde parasal alacak olarak ödenir; ev satılıp paylaşılabilir veya diğer eş payın bedelini öder). Aynı şekilde kadının çalışıp birikim yaptığı bir durum varsa, koca da ondan hak alabilir. Adil olan, her iki tarafın emeğiyle oluşan birikimin yarı yarıya bölüşülmesidir.
Mal paylaşımı, boşanma davası ile aynı anda talep edilebilir; fakat uygulamada çoğunlukla mal rejiminin tasfiyesi ayrı bir dava (boşanma davası kesinleştikten sonra açılan katılma alacağı davası) konusu olur. Çünkü boşanma davası zaten kişisel ve çocuklarla ilgili konulara odaklanırken, malvarlığı konuları ayrı bir hesap ve değerlendirme süreci gerektirir. Hukuken, boşanma kararının kesinleşmesiyle mal rejimi sona erer ve mal paylaşımı talebi doğar. Bu talep için zaman aşımı süresi boşanmanın kesinleşmesinden itibaren 10 yıldır (6098 sayılı TBK genel zamanaşımı). Taraflar anlaşırlarsa elbette mahkemeye gerek kalmadan da malları paylaşabilirler; ancak anlaşmazlık varsa dava açmak gerekebilir.
Mal paylaşımı davasında öncelikle her bir eşin edinilmiş malları neler, kişisel malları neler tespit edilir. Edinilmiş mal tanımına örnek olarak: Çalışma karşılığı elde edilen ücretler, işten elde edilen tazminatlar, Sosyal Güvenlik Kurumundan emekli maaşı için birikimler, evlilik süresince alınan taşınmazlar, arabalar, banka hesap birikimleri (maaş birikimleri), kısaca gelir getirici faaliyetlerle kazanılan her şey.
Kişisel mal kapsamına girenler ise: Evlilik öncesi mallar; miras kalan mallar; bağış yoluyla gelen mal; sadece kişisel kullanım eşyaları (örneğin kadının ziynetleri kuralda kişisel mal sayılır); manevi tazminat alacakları (örneğin boşanmada alınan manevi tazminat); ve kişisel malların yerine geçenler (mesela evlenmeden önceki evini satıp yeni ev aldıysa, o da kişisel mal olabilir, bedelinden dolayı).
Edinilmiş mallardan, öncelikle o mallara dair varsa borçlar düşülür, kalan artık değer hesaplanır. Sonra her eş kendi edinilmiş malından diğerine ne kadar pay vermesi gerektiğini bulur. Aslında teknik olarak her eşin edinilmiş malının yarısı karşı tarafa ait kabul edilir; pratikte, genelde bir eşin malvarlığı diğerinden daha fazla olduğundan, denkleştirme için bir alacak ortaya çıkar.
Mal rejimi tasfiyesi davaları, bazen karmaşık bilirkişi hesaplamaları gerektirir. Özellikle uzun yıllar süren evliliklerde, pek çok mal girişi ve çıkışı olabilir; ekonomik dalgalanmalar, enflasyon etkileri gibi nedenlerle değer hesaplamaları yapılmalıdır. Yargıtay, her bir malın tasfiye tarihine en yakın değeriyle hesaba katılması gerektiğini belirtir. Mesela 10 yıl önce alınan bir ev, boşanma sırasındaki değeriyle hesaba katılır (genelde dava tarihine yakın bilirkişi raporuyla rayiç değeri saptanır).
Eşler, evlilik sözleşmesi (mal rejimi sözleşmesi) yaparak farklı anlaşmalar yapmışsa (örn. “filan ev benim kişisel malım sayılsın” gibi), bunlar tasfiyede göz önünde bulundurulur. Ancak pratikte az olduğundan, standarda odaklanmak konu bütünlüğü için yeterli.
Mal paylaşımında en çok tartışılan hususlardan biri de aile konutu ve kadının ziynet eşyaları gibi konulardır. Kadının ziynetleri (takılar) genelde kadına ait kişisel mal sayılır ve koca onlardan pay isteyemez . Hatta boşanmada sık görülen davalardan biri, kadının evde bıraktığı ziynetleri kocanın iade etmemesi halinde, kadının “ziynet alacağı davası” açmasıdır. Bu, mal rejimi davasından ayrı, doğrudan o eşyaların iadesine yönelik bir dava olabilir. Ziynet meselesi örf ve adetlere göre de çözülür; Türkiye’de yerleşik içtihat, düğünde takılan takılar kim tarafından takılırsa takılsın kadına bağışlanmış sayılır (istisnai bir durum anlaşma yoksa).
Aile konutu (eşlerin birlikte yaşadığı ev) ise, çoğunlukla ortak edinilmiş mal olur. Örneğin evlilik sırasında alınmışsa elbette edinilmiş maldır. Evlilik öncesi kocaya ait bir ev ise, kocanın kişisel malıdır; ancak kadın lehine aile konutu şerhi tapuya konulmuş olabilir. Bu şerh, o evin eşin rızası olmadan satılamamasını sağlar (m.194). Boşanma durumunda, aile konutu kocanın kişisel malıysa, kadın pay alamaz; ama konut ihtiyacı varsa, hakim TMK m. 206 uyarınca oturma hakkı tesis edilmesini düşünebilir. Bu nadiren uygulanır, genelde tazminat-nafaka ile çözülür.
Mal rejimi tasfiyesinde katılma alacağı veya değer artış payı gibi kavramlar da var. Değer artış payı, bir eşin diğerinin malına katkısıyla onun değerinin artması durumunda doğan alacaktır (örn. koca evlenmeden önce bir arsa aldı, evlilikte beraber üzerine ev yaptılar, kadının katkısı oldu; bu durumda kadının değer artış payı alacağı olabilir).
Uygulamada mal paylaşımı davaları, boşanma kesinleştikten sonra ayrı bir dosya ile yürüdüğü için, çoğu insan tarafından “boşandık ama mal paylaşımı sürüyor” şeklinde algılanır. Bu davalar sırf hesaplama değil, bazen hileli mal kaçırma iddialarına da sahne olabilir. Eşlerden biri, boşanma sürecinde mallarını üçüncü kişilere devretmeye kalkabilir mal paylaşmamak için. Bu gibi durumlarda, diğer eş muvazaa (hile) iddiası ile o işlemlerin mal rejimi tasfiyesinde dikkate alınmasını isteyebilir. Yargıtay içtihatları, hakkaniyete aykırı mal kaçırma girişimlerine karşı, o mal satılmış olsa bile bedelinin hesaplamaya dahil edilmesi yönündedir.
Bostancı boşanma avukatı, mal rejimi konusunda da müvekkiline yol gösterir. Boşanma davası devam ederken, mal rejimi taleplerini (katılma alacağı vs.) eklemeye karar verebilir ya da bunu sonraya bırakabilir (çoğu zaman sonraya bırakmak stratejik olabilir çünkü boşanma davası uzamadan sonuçlansın istenir, mal paylaşımı ayrı yürüsün diye).
Müvekkilinin adına mal kayıtlarını (tapu, trafik, banka) araştırır, diğer eşin mal kaçırma girişimi varsa önlemeye çalışır (örneğin ihtiyati tedbir talepleri ile tapuya şerh koydurabilir). Özellikle büyük değerli mallarda (ev, arsa gibi) ihtiyati tedbir istenmesi çok kritik olabilir; aksi takdirde eş o malı üçüncü kişiye satıp uzaklaştırabilir. Her ne kadar üçüncü kişi iyiniyetli değilse geri istenebilir dense de pratikte takibi zordur.
Hukuken, mal rejimi tasfiyesi teknik bir hesap işi olduğundan, bilirkişi raporları çok önemli. Taraf avukatları bilirkişi raporuna itiraz ederek, eksik veya hatalı noktaları mahkemenin düzeltmesini sağlarlar. Özellikle enflasyon dönemlerinde rayiç değer hesabında hangi tarih esas alınacak, faiz ne şekilde işleyecek gibi hususlar tartışmalıdır. Yargıtay kararları genelde alacak miktarına boşanma davası tarihinden faiz işletilmesi gibi konularda yol gösterir.
Akademik bakışla, mal rejimi hükümleri evlilik kurumunun ekonomik yönünü düzenleyerek aile içi emeğin değerlendirilmesini amaçlar. Edinilmiş mallara katılma rejimi, çalışmayan eşin (çoğunlukla kadın) ev içi emeğine değer biçer; zira eğer o ev hanımı olarak kocanın çalışmasına destek olmasaydı, koca belki o mal varlığını yapamayacaktı. Bu rejim, paylaşımcı adalet anlayışının aile hukukundaki tezahürüdür.
Özellikle feminist hukukçular tarafından, kadının ev içi emeğinin görünmezliğini bir nebze olsun giderdiği savunulmaktadır . Nitekim Yargıtay’ın vurguladığı gibi, evliliğin eşlere sağladığı yararlar ve evlilik içinde biriken ekonomik değer, iki tarafın da katkısıyla oluşur; birinin kazancı diğerinin desteğiyle mümkün olmuştur . Dolayısıyla ayrılırken eşit bölüşüm adil görülmüştür.
Diğer yandan, mal rejimi konusunda toplumsal bilinç henüz tam oluşmamış olabiliyor. Birçok kişi, evlilik sırasında edinilen malların paylaşıldığını boşanma aşamasına gelince öğreniyor. Bu da çekişmelere yol açabiliyor. Bu nedenle son dönemlerde evlilik sözleşmesi yapan çiftler artmıştır (özellikle varlıklı kesimde, kişisel malları güvence altına almak isteyenler vs.). Bu sözleşmeler, noter huzurunda yapılarak, yasal mal rejimi yerine mal ayrılığı gibi rejimler seçilebiliyor. Bu da kanunen geçerli bir uygulamadır.
Mal rejimi davası, boşanmadan bağımsız olduğu için, boşanma avukatı çoğu zaman müvekkiline “boşanalım, sonra bu işleri hallederiz” diyebilir, ancak alanında uzman bir aile avukatı, mal rejimi haklarını da önceden hesaba katar.
Örneğin müvekkiline, boşanma protokolü yaparken mal paylaşımıyla ilgili maddeler koymayı önerebilir: “Filan ev ortak alınmıştı, boşanma sonrası satılıp bedeli paylaşılacaktır” gibi. Bu şekilde ilerideki davalar engellenebilir. Nitekim anlaşmalı boşanmada mal paylaşımı anlaşılarak halledilirse, sonradan kimse katılma alacağı talep edemez (çünkü feragat etmiş sayılır). Fakat anlaşmalı boşanmada bu atlanırsa, boşandıktan sonra mal rejimi davası sürprizi gelebilir.
Özetle, mal paylaşımı boşanmanın nihai ekonomik hesaplaşmasıdır. Bostancı gibi İstanbul’un hareketli bir semtinde, gayrimenkul değerleri yüksek olduğundan, bu bölgede mal paylaşımı davaları da hatırı sayılır meblağlar içerebilir. Örneğin Bostancı’da oturdukları evi birlikte satın almış bir çift boşandığında, belki milyonlarca TL değerindeki bu evin yarısının kime kalacağı ya da bedelinin bölüşümü gibi konular gündeme gelir. Dolayısıyla, maddi menfaatlerin büyük olduğu bu alanda, hukuki temsil çok önemlidir. Hem sayısal hesaplama hatalarının önüne geçmek hem de hak kaybına uğramamak için uzman avukatlar süreci yönetir.
Sonuç olarak mal rejimi hukuku, boşanma hukukunun ayrılmaz bir parçasıdır ancak teknik yönüyle ayrı bir uzmanlık alanı gibidir. Aile mahkemesi hakimi, eğer mal paylaşımı da önüne gelmişse bir nevi muhasebeci gibi hesaplamalar yapmak durumundadır ya da dosyayı ayırıp asliye hukuk sıfatıyla bakılmasına karar verebilir. Ne şekilde olursa olsun, mahkeme evliliğin ekonomik bilançosunu çıkarmalı ve adil bir dağılım yapmalıdır.
Bu dağılım yapılırken göz önünde bulundurulan temel ilke, edinilmiş mallarda yarı yarıya paylaşım, kişisel mallarda ise herkesin kendi malını alması şeklindedir. Bu prensip şüphesiz her somut olayda farklı uygulama ayrıntıları yaratır, ancak büyük ölçüde hakkaniyete uygundur. Boşanma avukatları için de, müvekkillerinin mal rejimi haklarını korumak, tıpkı velayet ya da nafaka gibi önemli bir önceliktir. Bilal Alyar gibi deneyimli avukatlar, bu tür tasfiye süreçlerinde teorik hukuk bilgisi kadar finansal okuryazarlığı da kullanarak müvekkillerine en uygun sonucu hedefleyeceklerdir.
Boşanma Sürecinde Psikolojik ve Sosyal Boyutlar ile Avukatın Rolü
Boşanma davaları sadece hukuki birer anlaşmazlık değil, aynı zamanda aile bireylerini derinden etkileyen psikolojik ve sosyal bir süreçtir. Bu boyutun farkında olunması, hem tarafların hem de avukatların daha sağlıklı adımlar atmasını sağlar. Akademik açıdan, boşanmanın sosyolojik etkileri, çocukların uyumu, tarafların psikolojisi gibi konular interdisipliner çalışmalara konu olmaktadır. Hukuk düzeni de bu gerçekleri göz önüne alarak bazı önlemler ve müesseseler geliştirmiştir.
Öncelikle, boşanmanın çocuklar üzerindeki etkisi kritik bir husustur. Çocuklar çoğu zaman anne ve babalarının ayrılığıyla travma yaşayabilir, uyum sorunları gösterebilirler. Bu nedenle mahkemeler, velayet ve kişisel ilişki kararlarında olabildiğince çocuğun bu süreci en az zararla atlatmasına gayret eder. Örneğin pedagog raporlarında, anne-babaya öneriler de sunulur: Çocuğun yanında birbirinizi kötülemeyin, düzenli görüşme aksamasın, çocuğa durumu yaşına uygun şekilde açıklayın gibi.
Boşanma avukatları bile, tecrübeleriyle müvekkillerine “Çocuğunuzun psikolojisini korumak için böyle yapmalısınız” diyebilmektedir. Hatta bazı durumlarda, aile mahkemeleri tarafları aile terapisine veya uzman desteğine yönlendirmeyi düşünebilir. Uygulamada bu resmi olarak yapılmasa da (çünkü boşanma aşamasında evlilik terapisi gibi şeyler hukuki süreç içinde zor), kimi hakimler duruşma arasında “Siz bir kez daha düşünün, uzmana görünün” şeklinde telkinlerde bulunur.
Avukatın rolü burada sadece hukuki temsilcilik değildir; çoğu kez müvekkillerine bir rehber, hatta gerektiğinde bir psikolojik destekçi gibi yaklaşırlar (elbette terapi yapmaları beklenmez ama empati kurmaları şarttır). Özellikle öfke veya intikam duygusuyla hareket eden tarafa avukat frenleyici olabilmelidir. Örneğin bir eş, sırf öfkesinden dolayı karşı tarafı maddi-manevi süründürmek isteyebilir; avukat, hukuki sınırları ve sonuçları anlatarak onun daha makul zeminde kalmasını sağlamalıdır. Yoksa kontrolsüz duygular davaya zarar verebilir (örneğin asılsız suçlamalar yapmak, mahkemede uygunsuz davranışlar sergilemek gibi).
Boşanma avukatı, müvekkiline durumun gerçekçiliğini aktarmakla yükümlüdür. Örneğin, müvekkil haksız bir taleple ısrar ediyorsa (diyelim ki, tamamen kusurlu olmasına rağmen karşı taraftan astronomik tazminat istiyorsa), avukat bunu mahkemede kazanamayacağını, bunun yerine belki uzlaşma yapmasının daha iyi olacağını açıklamalıdır.
Bu bazen zor olabilir, çünkü avukat müvekkilinin istediği her şeyi yapmakla kendini yükümlü hissedebilir; ama esasen avukat müvekkiline hukuki fayda sağlamaya çalışır, her talebini sorgusuz uygulamak durumunda değildir. Akademik etik de bunu gerektirir: Avukat müvekkilini kanunlar çerçevesinde en iyi sonuca ulaştırmak için bilgilendirir, haksız talepleri konusunda uyarır.
Boşanma sürecinde taraflar arası iletişim genelde kopuktur veya gergindir. Bu noktada, eğer mümkünse, arabuluculuk benzeri alternatif çözüm yöntemleri veya avukatlar aracılığıyla müzakere faydalı olabilir. Türkiye’de henüz dava öncesi aile arabuluculuğu zorunlu değil (yakında gelmesi planlanıyor) fakat pratikte avukatlar çoğu davayı anlaşmalıya çevirmek için kendi aralarında görüşmeler yaparlar. İki tarafın avukatı, müvekkillerinden aldığı talimatlarla bir protokol taslağı üzerinde çalışıp, mahkemeye gitmeden anlaşmayı sağlayabilir.
Bu hem yargının yükünü hafifletir hem de tarafları uzun bir kavga sürecinden kurtarır. Bilal Alyar gibi deneyimli avukatların vurguladığı üzere, müvekkillerin en az zararla süreci atlatması öncelikli hedeftir . Kimi zaman davayı kazanmak değil, onurlu bir uzlaşıyla bitirmek daha kârlı olur. Bu olgun yaklaşım, gerçekten uzmanlaşmış aile avukatlarının ayırt edici özelliğidir.
Sosyal boyut açısından, boşanma özellikle geleneksel toplum yapılarında kadına ve bazen erkeğe bakışta değişime yol açabilir. Ülkemizde halen boşanmış kadına karşı toplumsal önyargılar olabilmekte, veya erkek tarafı için de bir prestij kaybı olarak görülebilmekte. Bu gibi durumlarda tarafların ailelerinin ve yakın çevrenin tutumu da davayı etkileyebilir (örneğin aile büyükleri genç çifti barıştırmaya çalışabilir ya da tam tersine kavgayı körükleyebilir).
Avukatlar çoğu zaman sadece müvekkille değil, onun ailesiyle de muhatap olur. Örneğin müvekkil genç bir hanımsa, anne-babası her adımda rehberlik isteyebilir. Avukat, hem profesyonel hem insani bir yaklaşım ile bu iletişimi yönetmelidir. Gerektiğinde, müvekkilinin yakınlarına da hukuki durumu izah edebilmeli, ancak müvekkil mahremiyetini de korumalıdır (avukat-müvekkil gizliliği ilkesi uyarınca).
Boşanma sürecinde devreye giren bir diğer mekanizma da koruyucu ve önleyici tedbirlerdir. Bunlar hukuki prosedürün parçası olsa da, aslında sosyal boyut taşır. Örneğin 6284 sayılı Kanun kapsamında şiddet uygulayan eş hakkında uzaklaştırma kararı verilebilir; bu, kadının güvenliği için bir tedbirdir. Yine boşanma davası sırasında Aile Mahkemesi, özellikle çocukların menfaati için bazı özel kararlar alabilir: Çocuk teslimi sorun oluyorsa icra yoluna gidilirken, gerekirse polis zoru istenebilir vb.
Yeni düzenlemelerle, çocuk teslimine dair sıkıntıları çözmek için Adalet Bakanlığı bünyesinde çocuk teslim merkezleri kurulması planlanmıştır (bu, 2022’de başlamış bir uygulama). Bu da aslında boşanmanın sosyal boyutuna dair bir iyileştirmedir; amaç, çocuğun icra memuru ile teslim alınması gibi travmatik durumlardan kaçınmak, bunu pedagojik destekle yapmak.
Boşanma avukatının belki de en meşakkatli görevi, müvekkilinin makul olmayan beklentilerini yönetmektir. Örneğin bazı müvekkiller, “Tüm hakimi savcıyı tanıyorsundur, halledersin” gibi gerçek dışı beklentiler taşıyabilir – maalesef toplumda avukatlara dair böyle yanlış algılar olabiliyor. Avukat, hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığı ilkelerini gözeterek, sonucun belirsizliklerini dürüstçe anlatmalı, asla yasa dışı bir vaatte bulunmamalıdır. Bu hem mesleki etik gereği, hem de müvekkilin sonradan düş kırıklığına uğramaması için şarttır.
Bunun yanı sıra, boşanma avukatlığı duygusal açıdan avukatlar için de zor bir alandır. Sürekli aile kavgalarının, çocuk dramlarının içinde bulunmak tükenmişlik sendromuna yol açabilir. Bu nedenle avukatların da kendi psikolojilerini sağlam tutmaları gerekir. Kendini tarafların yerine çok fazla koymak (aşırı empati) bazen avukatın objektifliğini zedeleyebilir. Soğukkanlılığı koruyarak ama insani duyarlılığı yitirmeyerek bir denge kurmak idealdir.
İstanbul gibi büyük bir metropolde boşanma davaları oldukça yoğundur. İstatistikî olarak, büyük şehirlerde boşanma oranları Türkiye ortalamasının üstündedir. Yukarıda belirtildiği gibi 2024’te 187 bini aşkın boşanma gerçekleşmiş, kaba boşanma hızı binde 2,19 olmuştur . Bu, toplumda her 1000 kişiden ikisinin o yıl boşandığı anlamına gelir. Antalya, İzmir gibi şehirler boşanma hızında öndeyken Hakkari, Siirt gibi yerler düşüktür – bu coğrafi farklar da sosyolojik arka plana işaret eder (kentsel bölgelerde ekonomik özgürlük ve sosyal değişimle boşanma artmakta, kırsalda geleneksel yapı ile daha düşük seyretmektedir).
Bostancı, Kadıköy gibi semtler İstanbul’un eğitim ve ekonomik seviyesi görece yüksek bölgeleridir; buralarda da boşanma hadisesi sık görülür. Bu nedenle Bostancı bölgesinde faaliyet gösteren avukatların boşanma konusundaki deneyimleri, adliye pratiğine de yansır. Anadolu Adliyesi’nde Aile Mahkemeleri her yıl binlerce dosyaya bakmakta, Yargıda Hedef Süre uygulaması ile 10 ay içinde bitirmeye çalışsa da dosya yükü zorluk yaratabilmektedir.
Tüm bu bilgiler ışığında, Bostancı boşanma avukatı, bir yandan müvekkilinin hukuki çıkarlarını en iyi şekilde savunan, diğer yandan onun yeni hayatına hazırlanmasına yardımcı olan bir profesyonel olarak karşımıza çıkar. Bilal Alyar gibi alanda uzman ve deneyimli bir avukat, yalnızca kanunları uygulamakla kalmaz, aynı zamanda müvekkilinin yanında “insanî” bir destek de sağlar. Bu destek bazen moraldir, bazen yol göstermedir, bazen de onu gereksiz çatışmalardan uzak tutmaktır.
Örneğin anlaşmalı boşanma imkanı varken gereksiz yere çekişmeye girilmemesi, çocuklar etkilenmesin diye medyada veya sosyal çevrede kavga çıkarmaktan kaçınılması gibi konularda müvekkile tavsiyede bulunmak avukatın görev alanına girebilir.
Resmî ve akademik dilde ifade etmek gerekirse, boşanma sürecinin başarılı yönetimi, çok boyutlu bir uzmanlık gerektirir. Hukuki bilgiyi, psikoloji ve iletişim becerileriyle birleştiren bir avukat, müvekkili için en iyi sonuçları elde edebilir.
Hukuk düzenimiz de giderek bu çok boyutluluğa uygun yenilikler getirmektedir: Zorunlu arabuluculuk hazırlıkları, çocuk teslim merkezleri, Aile mahkemeleri bünyesinde uzmanlar istihdam edilmesi vb. Boşanma kurumunun sosyo-hukuki doğası, sürekli gelişim ve dikkat gerektirir. Bu bakımdan, Bostancı boşanma avukatları hem güncel yasal düzenlemeleri takip etmeli, hem de Yargıtay’ın en yeni içtihatlarını izleyerek bilgilerini taze tutmalıdırlar. Örneğin Anayasa Mahkemesi’nin 2024’teki iptal kararı ışığında artık üç yıl bekleme kuralının kalkacağını bilmeleri ve buna göre müvekkillerine danışmanlık vermeleri beklenir.
Sonuç itibarıyla, bir boşanma avukatı için en büyük başarı, müvekkilinin haklarını korurken onu gereksiz düşmanlıklardan alıkoymak ve tarafların mümkün olan en saygılı biçimde yollarını ayırmasına katkı sunmaktır. Hukuk, her ne kadar çekişmeyi düzenlese de, nihai amacı toplumsal barışı sağlamaktır. Boşanma davalarında da adil ve hızlı çözümler, sadece bireyler için değil toplum için de daha sağlıklıdır.
Sıkça Sorulan Sorular
Soru: Boşanma davasını Bostancı’da hangi mahkemede açmalıyım?
Cevap: Bostancı, İstanbul Anadolu Yakası’nda yer aldığı için boşanma davası İstanbul Anadolu Adliyesi’ndeki Aile Mahkemeleri’nde açılır. Türk Medeni Kanunu’na göre eşlerden birinin yerleşim yeri veya son 6 ay birlikte oturdukları yer mahkemesi yetkilidir . Bostancı’da birlikte yaşamışsanız veya eşiniz Bostancı’da ikamet ediyorsa, Anadolu Adliyesi aile mahkemesi yetkili olacaktır. Bu bölgedeki aile mahkemeleri, Kadıköy, Ataşehir, Maltepe gibi ilçeler dahil tüm Anadolu Yakası’na bakmaktadır. Dava dilekçenizi UYAP üzerinden veya Anadolu Adliyesi’ne giderek tevzi bürosuna verebilirsiniz.
Soru: Boşanma davasını açan taraf avantajlı mıdır? İlk davayı kimin açtığının önemi var mı?
Cevap: Davayı ilk kimin açtığı hukuken bir avantaj sağlamaz. Mahkeme, davacı veya davalı ayrımı yapmaksızın delillere ve tarafların kusur durumuna göre karar verir. Yani “ilk açan kazanır” gibi bir kural yoktur. Ancak ilk davayı açan taraf, dilekçesinde kendi iddialarını anlatma ve delillerini sunma imkânına sahip olduğu için, psikolojik bir üstünlük hissedebilir.
Davalı taraf ise savunma yapacaktır. Yine de yargılama sürecinde her iki taraf eşit haklara sahiptir. Hatta davalı, karşı dava açarak davacıya karşı aynı şekilde boşanma ve tazminat taleplerinde bulunabilir. Sonuç olarak, önemli olan davayı kimin açtığı değil, kimin haklı sebeplere ve güçlü delillere sahip olduğudur.
Soru: Boşanma davasında avukat tutmak zorunlu mu? Avukat olmadan boşanabilir miyim?
Cevap: Hukuken hiçbir davada avukat tutma zorunluluğu yoktur; boşanma davanızı kendiniz de açabilir ve yürütebilirsiniz . Ancak boşanma hukuku karmaşık ve teknik bir alan olduğu için, avukat yardımı olmadan süreçte hatalar yapmanız olasıdır. Özellikle nafaka, velayet, mal paylaşımı gibi konular ciddi hak kaybı riskleri barındırır. Avukat, usul kurallarını doğru uygulayarak davanın hızlı ve etkin ilerlemesini sağlar, haklarınızı tam olarak talep eder.
Anlaşmalı boşanmada protokolün doğru hazırlanması, çekişmeli boşanmada delillerin toplanması gibi hususlarda uzmanlık önemlidir. Avukat olmadan da boşanmanız mümkündür, ancak unutmayın ki karşı taraf avukat tutmuşsa sizin bilgi eksikliğiniz dezavantaj yaratabilir. Bu nedenle, hak kaybına uğramamak ve stresinizi azaltmak için boşanma avukatı tutmanız kuvvetle tavsiye edilir.
Soru: Anlaşmalı boşanma için ne kadar evli kalmış olmak gerekiyor? Yeni evlendik, hemen boşanabilir miyiz?
Cevap: Mevcut yasaya göre anlaşmalı boşanma davası açabilmek için evliliğin en az 1 yıl sürmüş olması gerekir (TMK m.166/3). Bir yıldan kısa süren evliliklerde, eşler anlaşmış olsalar bile, davayı anlaşmalı olarak gösteremezler; bu durumda çekişmeli boşanma davası açılması gerekir ve hakim klasik yargılama yapar. Ancak Adalet Bakanlığı’nın 2025 yılı için hazırladığı reformlar kapsamında, bu bir yıllık bekleme şartının kaldırılması planlanmaktadır .
Yeni düzenleme yürürlüğe girerse, bir yıldan kısa evliliklerde de eşler anlaşmalı boşanabilecekler. Şu an (2025 başları itibariyle) bekleme süresi halen yürürlüktedir. Somut durumda, evliliğiniz bir yılı doldurmadıysa, anlaşmış olsanız bile hakim formalite gereği davanızı çekişmeli olarak ele alacaktır; ancak fiilen duruşmada her ikiniz de boşanmak istediğinizi belirtirseniz, genellikle ilk yıl dolduğunda karar verilecek şekilde duruşma o zamana bırakılır. Yasa değişikliği gerçekleşirse hemen dava açıp tek celsede boşanabileceksiniz.
Soru: Boşanma davası ne kadar sürer? Çok uzun sürmeden boşanmak için ne yapabiliriz?
Cevap: Boşanma davasının süresi, davanın çekişmeli veya anlaşmalı olmasına ve mahkemenin iş yüküne bağlıdır. Anlaşmalı boşanma davaları genellikle ilk duruşmada (dosya yoğunluğuna göre 1-3 ay içinde verilen duruşma gününde) karara çıkar ve kararın kesinleşmesi ile boşanma kısa sürede tamamlanır. Çekişmeli boşanma davaları ise tarafların delil sunması, tanıkların dinlenmesi, bilirkişi raporları gibi nedenlerle uzayabilir. Adalet Bakanlığı “Yargıda Hedef Süre” kapsamında çekişmeli boşanma davalarının en fazla 300 günde (yaklaşık 10 ayda) bitmesini hedeflemiştir .
Pratikte İstanbul gibi büyük şehirlerde 1-1.5 yılı bulan davalar olabilmektedir. Davanın hızlı sonuçlanması için tarafların gereksiz itirazlardan kaçınması, usul işlemlerini zamanında yapması önemlidir. Anlaşma imkânı varsa bunu değerlendirmeniz en hızlı yoldur.
Çekişmeli durumda ise delillerinizi eksiksiz hazırlamak, mahkeme taleplerine zamanında cevap vermek ve tebligat adreslerinizi güncel tutmak davayı hızlandırır. Avukatınız da sürecin seri ilerlemesi için gerekli prosedürleri takip edecektir. Özetle: Anlaşmalıysa 1-2 ay, çekişmeliyse 8-12 ay ortalama süreden bahsedilebilir, istinaf-temyiz aşamaları dahil olursa birkaç yıl da sürebilir.
Soru: Boşanma davasında hangi hallerde tazminat alabilirim?
Cevap: Boşanma sonucunda maddi veya manevi zarara uğrayan ve boşanmada daha az kusurlu olan taraf, karşı taraftan maddi ve/veya manevi tazminat talep edebilir (TMK m.174) . Maddi tazminat, boşanma yüzünden mevcut veya beklenen menfaatleri (örneğin maddi desteği, ekonomik güvenliği) zedelenen tarafça istenebilir. Örneğin evlilik nedeniyle işini bırakmış bir kişi, boşanınca yoksun kaldığı gelir için maddi tazminat talep edebilir. Manevi tazminat ise boşanmaya yol açan olaylar neticesinde kişilik hakları saldırıya uğrayan (onuru kırılan, psikolojik olarak sarsılan) tarafça istenir.
Örneğin eşinin zina yapması, şiddet uygulaması, ağır hakaretlerde bulunması gibi fiiller, diğer eş için manevi tazminat sebebidir. Tazminat alabilmek için sizin kusurunuzun karşı taraftan ağır olmaması gerekir; eşit kusurlu veya kusurunuz daha ağır ise tazminat bağlanmaz. Hakim tazminat miktarını takdir ederken tarafların ekonomik durumunu, kusur derecelerini ve ihlalin ağırlığını değerlendirir . Kısaca, boşanmaya sebep olan olaylarda daha az kusurlu iseniz ve boşanma size maddi/manevi zarar verdiyse, tazminat talebinde bulunabilirsiniz. Örneğin eşinizin sadakatsizliği sebebiyle boşanıyorsanız, genelde manevi tazminat almanız mümkündür; eğer bu olay aynı zamanda sizi ekonomik olarak da zora sokuyorsa maddi tazminat da isteyebilirsiniz.
Soru: Boşanma davasında hâkim kusurumu veya özel hayatımı herkese açık şekilde sorguluyor mu? Gizlilik mümkün mü?
Cevap: Aile mahkemesi duruşmaları kural olarak aleni (halka açık) değildir, gizli duruşma yapılabilir. Uygulamada boşanma duruşmaları genellikle taraflar, avukatları ve mahkeme personeli dışında kimsenin bulunmadığı bir ortamda yürütülür. Hakimler, hassas ailevi konular içeren bu davalarda genelde aleniyetin kaldırılmasına gerek olmasa bile, fiilen duruşma salonuna aile dışından kimseyi almazlar. Ayrıca tarafların talebi halinde mahkeme, duruşmaların gizli yapılmasına karar verebilir (HMK m.28, TMK m.184).
Bu durumda mahkeme kararında gizlilik kararı belirtilir ve duruşmaları izlemek isteyen üçüncü şahıslar salona alınmaz . Dosya içeriği de kişisel veriler içerdiğinden zaten sır niteliğindedir; ancak duruşma zabıtları taraflarca görülebilir.
Özel hayatınızın detayları (örneğin zina iddiası, şiddet iddiası gibi hususlar) sorgulanırken hakim mümkün olduğunca mahremiyeti gözetir. Yine de sonuçta bir yargılama söz konusu olduğundan, mahkeme gerçeği ortaya çıkarmak için bu konulara girmek zorunda kalabilir. Gizlilik kararı sayesinde, bu anlatılanlar kamuya açık hâle gelmez. Taraflar da gizlilik kararı olan konuları üçüncü kişilerle paylaşmamalıdır. Özetle, hâkim gerekli gördüğünde kusur ve özel hayatla ilgili sorular soracaktır fakat duruşma salonunda sizin dışınızda kimse bulunmayacak ve kayıtlar gizli tutulacaktır.
Soru: Boşanırken ev eşyaları ve takılar nasıl paylaştırılıyor?
Cevap: Ev eşyaları ve takılar, boşanma sırasında mal rejimi kapsamında değerlendirilir. Çeyiz eşyaları, kişisel kullanım eşyaları (giysiler, makyaj malzemesi vs.) kimin kullanımına özgü ise onun kişisel malı sayılır. Ortak alınmış ev eşyaları (beyaz eşya, mobilya v.b.) edinilmiş mal rejimine tabi olabilir; fakat genellikle kullanılmaya devam ettiği için bu tür eşyalar çoğunlukla maddi değer hesaplamasına pek konu edilmez, taraflar aralarında anlaşır (anlaşamazlarsa mal paylaşımı davasında ikinci el değeri üzerinden hesaplanabilir). Ziynet eşyaları (altın takılar) ise Yargıtay uygulamasına göre kadına bağışlanmış sayılır ve kadının kişisel malıdır .
Yani kadın, düğünde takılan altınlarını geri isteyebilir; koca veya ailesi “biz taktık geri alırız” diyemez, bu takılar kadına aittir. Boşanma aşamasında kadın ziynetlerini yanında götürür; eğer ziynetleri kocada kaldıysa, ayrı bir ziynet alacağı davası ile onları talep edebilir. Ev eşyaları konusunda en pratik çözüm, tarafların anlaşmasıdır: Uygulamada protokol yapılıyorsa “ev eşyaları taksim edildi, herkes aldığıyla yetinecek” gibi bir madde yazılır.
Çekişme olursa, mahkeme tek tek eşyalarla uğraşmaz; mal rejimi davasında değeri düşük görüldüğü için genelde taraflara mevcut bulundukları şekliyle bırakılır. Ancak çok değerli ev eşyaları varsa (sanat eseri, antika halı vb.), bunlar mal rejiminde hesaba katılabilir. Kısaca: Takılar kadına ait kabul edilir; ev eşyaları da fiili paylaşım neyse o şekilde kalır veya anlaşmayla bölüşülür.
Soru: Bostancı’daki boşanma avukatlarının ücreti ne kadar? Avukat masrafları nasıl belirleniyor?
Cevap: Boşanma avukatlarının ücretleri, davanın niteliğine, zorluk derecesine, çalışmanın yoğunluğuna ve avukatın deneyimine göre değişkenlik gösterir. Türkiye Barolar Birliği, her yıl bir Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi yayınlar; 2025 yılı için örneğin anlaşmalı boşanma davalarında asgari ücret şu kadar, çekişmeli davada şu kadar gibi tavsiye niteliğinde rakamlar belirlenmiştir (genel tarifede belirtilir). Ancak bu asgari ücretler çoğunlukla asgari düzeyi ifade eder, avukatlar serbest piyasa koşullarında müvekkilleriyle farklı ücretler kararlaştırabilirler. İstanbul gibi büyükşehirlerde deneyimli boşanma avukatlarının ücretleri, Anadolu’daki küçük şehirlere kıyasla daha yüksek olabilir.
Ücret anlaşması genelde davanın başında yapılır ve bir kısmı peşin, kalanı dava sonunda veya taksitlerle olacak şekilde kararlaştırılabilir. Bazı avukatlar, ekstra duruşma sayısı, istinaf-temyiz aşaması gibi durumlar için ayrı ücretlendirme yapar. Bostancı civarında avukatlık hizmeti veren bürolarda da benzer prensipler geçerlidir; tek bir rakam vermek doğru olmaz ama ortalama olarak anlaşmalı boşanmalarda daha düşük (iş yükü az olduğu için), çekişmeli ve mal paylaşımı gibi davalarda daha yüksek avukatlık ücretleri talep edilir.
Müvekkil ile avukat karşılıklı anlayışla bir ücret belirler ve bu ücrete ilişkin bir sözleşme imzalanması mesleki etik gereğidir. Unutmayın, boşanma gibi hayatınızı etkileyen bir konuda ucuz olsun diye ehil olmayan kişilerle çalışmak çok daha büyük maddi kayıplara yol açabilir. Ücret konusunda açık iletişim kurarak, bütçenize uygun ve güvenilir bir avukatla anlaşmanız en doğrusudur.
Soru: Boşandıktan sonra tekrar evlenme süresi var mı? İddet müddeti nedir?
Cevap: Erkekler için boşandıktan sonra tekrar evlenmek için bir bekleme süresi yoktur; kesinleşmiş boşanma kararı sonrasında nüfusta medeni hal “bekar” olarak düzeltildiği anda evlenebilirler. Kadınlar için ise iddet müddeti denilen bir bekleme süresi vardır: Boşandığı tarihten itibaren 300 gün (yaklaşık 10 ay) içinde başka biriyle evlenemez (TMK m.132). Bunun sebebi, kadının olası bir hamileliği durumunda doğacak çocuğun nesebinin (soybağının) karışmasını önlemektir.
Ancak kadın bu süre dolmadan evlenmek isterse, aile mahkemesine başvurarak iddet süresinin kaldırılması davası açabilir. Mahkeme kadının hamile olmadığını doktor raporuyla tespit ederse bu bekleme süresini kaldırır ve kadın hemen evlenebilir .
Ayrıca kadın, boşandığı eşiyle tekrar evlenmek isterse, iddet süresine bakılmaksızın evlenebilir (kanun, aynı kişiler arasında bu süreyi aramıyor). Kısaca: Boşanmış bir kadın 300 gün beklemeden evlenemez; ama mahkeme kararıyla bu süre kaldırılabilir. Bu kural, uygulamada modern tıp yöntemleriyle hamileliğin hemen anlaşılabildiği çağımızda tartışmalı bulunsa da halen kanun yürürlüktedir. Dolayısıyla, eğer bir kadın boşanır boşanmaz başka biriyle nikah yapmak istiyorsa, avukatı aracılığıyla iddet müddetinin kaldırılması için gerekli hukuki işlemleri yapmalıdır.
Soru: Boşanma kararı kesinleştikten sonra soyadımı değiştirebilir miyim? Kadın boşanınca hemen bekarlık soyadına döner mi?
Cevap: Boşanma kararı kesinleştiğinde, evlilik birliği sona erer ve kadın otomatik olarak evlenmeden önceki kızlık (bekarlık) soyadına döner. Nüfus Müdürlüğü, mahkeme kararıyla kadının soyadını eski haline getirir. Kadın isterse sadece bekarlık soyadını kullanır, isterse (eğer önceki bir evliliğinden çocuklarıyla aynı kalmak gibi bir sebep varsa) mahkemeden kendi soyadıyla birlikte eski eşinin soyadını kullanmaya izin talep edebilir.
Kanun, haklı bir sebep varsa boşanan kadına eski kocasının soyadını kullanmaya devam etme izni verilebileceğini öngörür (TMK m.173). Örneğin kadının mesleki çevresi bu soyadıyla tanınmıştır veya çocuklarıyla soyadı birliğini korumak istiyordur. Bu durumda aile mahkemesine ayrı bir dilekçeyle başvurup izin alabilir. Eski koca bu duruma itiraz ederse ve haklı bir gerekçe gösterirse mahkeme izni kaldırabilir. Ancak genel kural olarak, boşanan kadın evlilik soyadını bırakır.
Erkek açısından ise soyadı tabii ki aynı kalır. Boşanma kesinleştiğinde karar nüfusa bildirilir ve kadın nüfus kayıtlarında bekâr soyadına döner; herhangi bir yere ayrıca başvurmasına gerek yoktur (karar yeterlidir). Sadece, eğer kadının kimlik ve pasaport gibi belgeleri varsa, bunları yeni soyadına göre güncellemesi gerekir.
Soru: Boşanmada velayet bana verilmezse çocuğumu hiç göremeyecek miyim? Görme hakkım nasıl olur?
Cevap: Boşanmada velayet bir tarafa verilir, ancak diğer ebeveynin çocukla kişisel ilişki kurma (görüşme) hakkı bulunmaktadır. Mahkeme, çocuğun üstün yararını gözeterek, velayet kendisine verilmeyen taraf ile çocuk arasında düzenli şahsi ilişki takvimi belirler. Örneğin yaygın uygulamada babanın velayeti annede olan çocuklarını her ayın belli hafta sonları (örneğin 1. ve 3. hafta sonu cumartesi 10:00’dan pazar 18:00’e kadar) alması, ayrıca yarıyıl ve yaz tatillerinin bir bölümü ile dini bayramların birer günü çocukla vakit geçirmesi şeklinde düzenlenir.
Bu, somut duruma göre değişebilir; çocuğun yaşı küçükse daha kısa ve sık görüşler, büyükse daha uzun süreli kalışlar öngörülebilir. Eğer velayet size verilmezse, kararınızda hangi gün ve saatlerde çocuğun sizde kalacağı tek tek yazılacaktır. Bu kişisel ilişki hakkı, mahkeme kararıyla güvence altına alınmıştır; diğer ebeveyn buna engel olamaz. Engel olmaya çalışırsa, icra yolu ile çocuk teslimi yapılabilir ve sürekli engelleme durumunda velayetin değişimi bile gündeme gelebilir. Dolayısıyla, çocuğunuzun velayeti karşı tarafa verilse dahi onu görememe gibi bir durum yoktur; mahkemenin belirlediği periyotlarda çocukla görüşebilir, vakit geçirebilirsiniz. ,
Tabi burada önemli olan, ebeveynlerin bu görüşme düzenine uyması ve çocuğun psikolojisini zedelemeyecek şekilde işbirliği yapmasıdır. Ayrıca velayet sizde olmadığı için, çocuğun eğitim, sağlık gibi önemli kararlarında velayet sahibi söz sahibidir; ancak normal görüş zamanlarınızda onunla bağınızı sürdürmeniz çocuğun gelişimi için de kritik olduğundan hukuk düzeni bunu korur. Özetle, velayet verilmeyen taraf “ziyaretçi” ebeveyn konumunda olur fakat düzenli ve anlamlı bir kişisel ilişki hakkı yasayla teminat altındadır.
Soru: Boşandıktan sonra mal paylaşımı için ayrıca dava açmak gerekiyor mu? Mallar otomatik olarak bölüşülür mü?
Cevap: Boşanma kararı, eşler arasındaki mal rejimini sona erdirir fakat malların fiilen bölüşülmesi için genellikle ayrı bir mal paylaşımı davası (mal rejimi tasfiyesi davası) açılması gerekir. Boşanma davasında talep ettiyseniz, mahkeme mal paylaşımı konusunu ayırabilir veya boşanma ile birlikte görmeyebilir, çünkü mal rejimi tasfiyesi teknik bir hesaplama işidir ve ayrı bir yargılamayı gerektirebilir. Uygulamada çoğunlukla şöyle olur: Önce boşanma davası sonuçlanır (kişisel konular, nafaka, velayet vs. karara bağlanır), daha sonra taraflardan biri katılma alacağı veya değer artış payı alacağı gibi talepler için mal rejimi tasfiyesi davası açar. Bu davada, evlilik içinde edinilmiş malların dökümü yapılıp, kimin ne kadar alacaklı olduğu hesaplanır.
Eşler anlaşmalı boşanırken protokolde mal paylaşımını da düzenlemişlerse, bu durumda ayrıca dava açmaya gerek kalmaz; protokol uyarınca mallar paylaştırılır veya bedelleri ödenir. Eğer protokolde bu konu açık bırakılmışsa veya çekişmeli boşandıysanız, edinilmiş mallara katılma rejiminin tasfiyesi için 10 yıl içinde dava açabilirsiniz. Mallar “otomatik” bölüşülmez; örneğin tapu kayıtları kendi üzerinize ise boşanınca kendiliğinden yarısını karşı tarafa geçirmez. Karşı taraf dava açıp hak talep ederse mahkeme kararıyla ödeme yapmanız gerekebilir veya mal satılıp bölüşülebilir. Dolayısıyla, boşanmada mal paylaşımını unutmamak ve haklarınızı takip etmek önemli.
Genelde uzman bir boşanma avukatı, boşanma davası sırasında müvekkilini mal rejimi hakları konusunda bilgilendirir ve stratejiyi belirler. Sonuç olarak: Boşanma hükmü mal paylaşımını kapsamazsa, otomatik bir bölüşüm olmaz; hak sahibi olduğunu düşünen tarafın dava açarak hakkını talep etmesi gerekir.
Soru: Nafaka ne kadar sürer? İleride nafaka miktarı değişebilir mi?
Cevap: Boşanma ile hükmedilen nafakaların süresi nafakanın türüne göre değişir: İştirak nafakası (çocuk için olan nafaka), çocuk ergin olana (18 yaşına) kadar devam eder; çocuk reşit olduktan sonra eğitim devam ediyorsa kural olarak nafaka sona erer ama Yargıtay uygulaması üniversite eğitimi bitene kadar makul süre daha devam edebileceğini kabul edebilmektedir (bu durumda ayrı bir yardım nafakası davası açılabilir). Yoksulluk nafakası (eş için olan nafaka) ise süresizdir, yani evlilik birliği sona erdiğinde bağlanan yoksulluk nafakası, kanun veya mahkeme kararıyla kaldırılmadığı sürece ömür boyu devam eder.
Yoksulluk nafakası şu durumlarda kendiliğinden kalkar: Nafaka alan kişi yeniden evlenirse, taraflardan biri vefat ederse veya nafaka alan fiilen evli gibi başka biriyle yaşamaya başlar ya da haysiyetsiz hayat sürmeye başlar ise mahkeme kararıyla kaldırılır (TMK m.176). Bunun dışında, nafaka alanın ekonomik durumunun düzelmesi veya nafaka ödeyenin durumunun kötüleşmesi gibi hallerde, mahkemeye başvurup nafakanın artırılması, azaltılması veya kaldırılması istenebilir. Yani nafaka miktarı kesin bir şey değildir, zamanla uyarlanabilir.
Örneğin 5 yıl önce 500 TL olarak belirlenen nafaka, enflasyonla alım gücü düşmüşse nafaka alacaklısı zam talep edebilir; mahkeme ekonomik koşullara göre yeni miktar belirleyebilir. Keza nafaka ödeyen işini kaybettiyse geliri düştüyse, nafakanın indirilmesi talebiyle dava açabilir.
Nafaka alan kişi evlenmese bile fiilen bir birliktelikle evli hayatı yaşıyorsa, nafaka ödeyen bunu kanıtlayarak yoksulluk nafakasını kaldırtabilir. Özet olarak: İştirak nafakası çocuk büyüyene kadar, yoksulluk nafakası kural olarak süresiz (ömür boyu) devam eder, fakat koşulların değişmesi halinde mahkeme kararıyla miktarlar değiştirilebilir veya nafaka tümden kaldırılabilir. 2025 itibarıyla yoksulluk nafakasına süre sınırı getirme tartışmaları sürmekte olup, henüz kanunda bir süre sınırı yoktur.
Soru: Boşandıktan sonra soyadı ve kimlik işlemleri için ne yapmalıyım?
Cevap: Boşanma kararı kesinleştikten sonra mahkeme ilgili nüfus idaresine bildirir. Kadının soyadı otomatik olarak bekârlık soyadına döner. Bu süreçte sizin yapmanız gereken, kararın kesinleştiğini nüfus müdürlüğüne teyit ettirmek (genelde UYAP sistemi üzerinden gidiyor, sizden talep edilmiyor ama bazı durumlarda nüfus cüzdanı değişimi için nüfus müdürlüğüne uğramanız gerekebilir). Yeni kimlik kartınızda eski (kızlık) soyadınız yer alacaktır.
Kadın, eğer eski eşinin soyadını kullanmak istiyorsa (örneğin mesleki nedenle), boşanma hükmü kesinleştikten sonra 1 yıl içinde aile mahkemesine başvurup izin almalıdır; aksi halde nüfus otomatik soyadını değiştirir. Erkek için herhangi bir değişiklik olmaz.
Boşanma sonrası, kadın nüfus cüzdanını, pasaportunu, sürücü belgesini ve diğer resmi belgelerini yeni soyadına göre yenilemelidir. Banka hesapları, tapu kayıtları gibi yerde soyadı güncellemesi gerekiyorsa, kesinleşme ilamıyla bu değişiklikler yapılabilir. Özetle: Boşanma kararınız kesinleştikten sonra nüfus kayıtlarınızı kontrol edin, yeni kimlik kartı başvurusu yapın (eğer eski kimliği kullanıyorsanız), pasaport ve diğer belgelerinizi yeni soyadınıza uyarlayın. Bu işlemler için mahkemenin kesinleşme şerhli karar örneğini yanınızda bulundurmanız faydalı olacaktır.
Özetle, Bostancı boşanma avukatı arayan kişiler için İstanbul Anadolu Yakası’nda aile hukuku alanında uzman desteği büyük önem taşır. Boşanma davaları, anlaşmalı boşanma, çekişmeli boşanma, velayet, nafaka, maddi-manevi tazminat, mal paylaşımı gibi pek çok boyutu içerir. Marmara Bölgesi’nde deneyimli bir boşanma avukatı; Türk Medeni Kanunu hükümleri, Yargıtay içtihatları ve güncel yargı reformları ışığında müvekkillerine yol gösterir. Özellikle Bostancı, Kadıköy, Ataşehir, Maltepe gibi İstanbul’un Anadolu Yakası semtlerinde boşanma hukuku konusunda profesyonel danışmanlık, dava sürecinin hızlı ve hakkaniyete uygun şekilde sonuçlanmasına yardımcı olur.
Resmi ve akademik bir yaklaşımla hazırlanmış bu kapsamlı makalede, Bostancı boşanma avukatı, İstanbul boşanma davası, aile mahkemesi, anlaşmalı boşanma protokolü, velayet ve nafaka hukuku, mal rejimi tasfiyesi, boşanma süresi, yoksulluk nafakası, çocuk iştirak nafakası, boşanmada tazminat gibi anahtar kavramlar etrafında boşanma hukukunun tüm yönleri ele alınmıştır.
Bu bilgiler doğrultusunda, Marmara Bölgesi ve İstanbul Anadolu Yakası’nda boşanma avukatı hizmeti, müvekkillerin yasal haklarının korunmasını, aile içi anlaşmazlıkların hukuk çerçevesinde çözümünü ve yeni bir başlangıç için gereken hukuki zeminin hazırlanmasını sağlamaktadır. Boşanma sürecinde uzman bir aile hukuku avukatı ile çalışmak, gerek dava stratejisinin doğru kurulması, gerekse velayet, nafaka, mal paylaşımı gibi kritik konularda en iyi sonucun elde edilmesi açısından vazgeçilmezdir. Bostancı ve civarında yaşayan, boşanma sürecinde olan bireyler, bu makalede sunulan detaylı ve güncel bilgiler ışığında kendi durumlarını değerlendirebilir ve ihtiyaç duydukları profesyonel desteği alarak süreci en az zararla atlatabilirler.


kadıköy bostancı mahallesi – maltepe ceza avukatı – maltepe boşanma avukatı – kadikÖy boŞanma avukati – mahkemelerinde görülen belli başlı davalar – aile mahkemelerinde görülen belli başlı – akyüz kalınağaç hukuk ve danışmanlı – maltepe boşanma avukatı https://www.anayasa.gov.tr/tr/anasayfa/ istanbul boşanma avukatı Ana Sayfa Hizmetlerimiz